BİR SANATÇININ OTOPORTRESİ

DÜNYA DİYE BİR YER…

Duyanlar duymayanlara iletsin, işte tam da şu anda İstanbul Modern’in geçici yerinde Selma Gürbüz’ün adeta kendi oto portresini yarattığı dününden bugününe uzanan harika bir sergi var.
İstanbul Modern, sanatçının solo sergisi “Dünya diye Bir Yer” ile, durulmuş şehri sanata doyuruyor. Sergi aynı zamanda Gürbüz’ün kendi memleketinde, müze çatısı altında gerçekleştirdiği ilk solo sergi unvanına sahip.

KEŞİF

1960 İstanbul doğumlu olan sanatçı en çok Ayasofya’ya, Balat’a ve Adalar’a gitmeyi, tarihi yarımadanın sokaklarında dolaşmayı seviyor. Buralarda ona ilham veren sayısız unsur var; minyatürler, Osmanlı dönemine ait saraylar ve camiler, kaligrafi eserleri, süslemeler…
Çocukluğundan beri sanata çok meraklı olduğunu söylüyor Gürbüz; “Hayatım hep hayaldi, elim saçımda hayal kurardım. Bir de obsesif bir kişiliğim var, obsesyondur sanat. Hiç beğenmezdim yaptıklarımı, annem daha iyi yapıyor resimleri diye düşünürdüm. Mükemmeliyetçi bir tarafım vardı. Ailemde sanatçı biri yoktu ama sanat kitaplarına çok bakardık.” Ablalarıyla çok sık kitap okuyan sanatçı, İngiltere’deki “Exeter College of Art and Design” ve “Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Bölümünde” eğitim aldı.
Aslında ilk başta işletme okumak için Londra’ya giden Gürbüz, sanata yatkınlığı olsa da bu alana eğilmeyi düşünmemiş. Bazen hayat siz planlar yaparken başınıza gelenlerdir misali Londra’daki ilk yılında kendini keşfetmiş. İngiltere’de aldığı sanat eğitimi sanatçının kendi biçimini yaratmasında önemli rol oynamış. Drama, fotoğrafçılık, resim ve ardından sanat eğitimi alarak sanat yolculuğuna başlamış. “Resme gereksiz öğeler yüklemek yerine onu ayıklamayı, sadeleştirmeyi o yaşlarda öğrendim. Resimlerdeki detay zenginliğinin altında çok saf bir yalınlık yatar.”

Gürbüz, 1990’lı yılların başında bir süre yaşadığı ve çalıştığı Paris’te, hayvan insan melezi figürlerinin bulunduğu çalışmalarının ilk örneklerini ortaya koydu. Uzun süre batıda yaşamış bir sanatçı olan Gürbüz’ün 2006 yılında Paris’te bulunan Galerie Maeght ile çalışmaları olmuş. Maeght galerileri; Braque, Giacometti, Miro gibi ünlü sanatçılara ev sahipliği yapmış. Selma Gürbüz, Joan Miro tarafından kurulmuş bir baskı atölyesinde ilk Monotype çalışmalarını gerçekleştirmiş. Sanatçı, üretimlerinde Anadolu hikayeleri, Doğu ve Batı mitolojileri, Osmanlı ve Türkiye sanatları, Şamanizm anlatıları, İran minyatürleri, Japon tahta baskıları gibi pek çok kültürden ilham alıyor.

SERGİYE ve ESERLERE DAİR

“Dünya diye Bir Yer” sergisinde Selma Gürbüz’ün 35 yıllık sanat pratiği adeta bir film şeridi gibi ele alınmış. Öykü Özsoy küratörlüğünde gerçekleşen sergide sanatçı kadim zamanlardan, mitlere, söylencelere uzanan hikayeleri hayal dünyasının rehberliğinde bir görsel yolculuğa dönüştürmüş. Serginin “Mahluklar” adını verdiği serisinde, bir tarafıyla insan bir tarafıyla hayvan olan figürler el yapımı kâğıt üzerinde siyah mürekkeple gövde bulmuş. ‘O imkânsız figürler her zaman benimleydi, hayal gücümde yaşıyorlardı’ diyen Selma Gürbüz’e göre resmettiği varlıkları doğa kendisine hayal ettiriyor.
Tanzanya seyahati sırasında safaride karşılarına çıkan aslanlardan çok etkilenen sanatçı, video çalışmalarıyla bu anı ölümsüz kılmış. Rönesans döneminde aslanların cesaretin bir simgesi olduğu biliniyor. Bu bağlamda bu eserler bana, sanatçının hayatın zorlukları karşısında cesaretli ve güçlü bir duruşu biçimlendirdiğini düşündürdü.

Sanatçı Afrika seyahati sırasında gördüğü kadınların yüzlerinden ne denli etkilendiğini şöyle anlatıyor; “Dudak yapıları, bakışlarındaki netlik, birbirinden ilginç örgülü saçları, kullandıkları takılar… Çoğunun yüzünde doğal bir maske var gibiydi. Sadeliği ve şatafatı bir arada taşıyorlardı sanki.”

Benimse sergide en çok etkilendiğim eserlerden biri Gürbüz’ün Uzakdoğu seyahatlerinde sık karşılaştığı “Karıncalar” oldu. Çocukluğumda karıncaların aceleci ve her daim bir şeylerle meşgul olan halleri hep ilgimi çekerdi, onları takip ederdim. Sergiyi gezerken Japon kâğıdı üzerine çalışılmış siyah mürekkepli karınca figürlerini görünce bir an çok eski zamanlara gittim. Karıncaların sanatçı için her şeye rağmen yaşama tutunmayı, üretmeye devam etmeyi sembolize ettiğini ve yaşam enerjisini ifade ettiğini okuduğumda hayata Gürbüz ile aynı noktadan bakıyormuşum gibi hissettim; adeta “Karıncalar” eserinde bir olmuşuz gibiydi…

YARATMA SÜRECİ

Selma Gürbüz üretme aşamasında içe dönmenin önemini vurguluyor. Bir Japon nefes tekniği ile çalışmayı kendine ilke edinen Gürbüz, nefesini tutarak dizlerinin üzerinde çalışıyor. Sanatçının Nepal’de ürettirdiği el yapımı kağıtlar, Rönesans döneminden beri var olan guaj boyalar, yüzyıllardır varlığını sürdüren Hint mürekkebi ve Kaligrafi fırçaları kökenleri vesilesiyle sanatçının geçmiş ile doğrudan bağ kurmasını sağlıyor. Selma Gürbüz’ün derin hayal gücüne ışık tutan “Dünya diye Bir Yer” sergisi 31 Mart 2021’e kadar İstanbul Modern’in geçici mekânında ziyaret edilebilir.