İSTANBUL TASARIM BİENALİ

Fotoğraf: Nazlı Erdemirel

Tasarım Bienali, bu yıl “Empatiye Dönüş: birden fazlası için tasarım” başlığıyla hayata geçiyor. Buradan başlayalım, sizce bu başlık bienal ziyaretçileri için ne ifade etmeli?

Sumitra Upham ve Billie Muraben eşliğinde Mariana Pestana’nın küratörlüğünü üstlendiği “Empatiye Dönüş; Birden Fazlası için Tasarım” başlığı altında; aslında empati kavramının özüne geri dönerek yola çıktık. Yirminci yüzyılın başlarında empati; bir insanın nesneyle olan ilişkisini anlatıyor, ona karşı geliştirilen duyguyu ifade ediyormuş. İngilizce’de to feel within deniyor; “içinde hissetmek”. Zaman içinde nesnelerden daha çok sanatla olan ilişkiyi tarifleyen bir kelimeye dönüşüyor, sonrasında insanlar arasındaki empatiye doğru evrilip kullanılmaya başlanıyor.

Biz bienali, sırf insanlar arası değil; türlerle, çevremizle, nesnelerle empati kurmak üzerine ve tasarımın bu konuda nerede durduğunu sorguladığımız bir çerçeve içinde oluşturuyoruz. Birden fazlası için tasarım da aslında bir bedenden daha fazlası için, diğer türler için, çevremiz için tasarım anlamlarına geliyor.

Programdaki üç ana bölümden devam edelim: Eleştirel Yemek Programı, Kara ve Deniz Kütüphanesi ve Yeni Yurttaşlık Ritüelleri. Sizden her biri için yorumlarınızı alabilir miyiz?

Bu üç bölüm de pandemiyle beraber tekrar şekillendirdiğimiz bölümler oldu.

Eleştirel Yemek Programı’nda, gıda üretimi ve tüketiminin serüvenini ve çevresel etkilerini anlatan hikayeler var. Aslında mutfak metafor olarak bir hikaye anlatım merkezi, insanın hayatının ortasında olan ve alışkanlıklarımızı belirleyen bir yer. Bunların tartışıldığı, gıda üretim teknikleri üzerine konuşulduğu, performatif bir şekilde mutfakta kullandığımız aletleri mercek altına aldığımız mutfak hikayeleri diyebilirim. Bunu anlatırken bazı tasarımcılar elbette mutfakta yemek yapıyorlar ama derdimiz reçete paylaşmaktan ziyade oradaki hikayeyi anlatmak. Bazıları da daha farklı yerlerden; mutfak metaforunun altından dertlerini anlatıyorlar aslında.. Yeni

Yurttaşlık Ritüelleri, tam da empatiyi kurma yollarını tekrar deneyimlemeyi, önerilerde bulunmayı ve nasıl bir araya gelebileceğimizi araştıran bir çalışma. Bu çalışma doğrultusunda sokaklarda ve meydanlarda farklı yerleştirmelerimiz olacak. Pera Müzesini ise kentin bir müdahale alanı olarak görüp orada da bu konuya değineceğiz. Ve seyircileri birtakım aktivitelerde ya da deneyimlerde bulunmak için davet edeceğiz. Kentte yerleştirdiğimiz işler mütevazı işler olacak ve bunların uzun süreli kalmasını hayal ediyoruz.

Üçüncü ayağımız olan Kara ve Deniz Kütüphanesi araştırma tutkumuzla ilgili diyebilirim. Farklı alanlardan 10 tane araştırmacı Akdeniz havzasında bölgedeki ekonomik ve çevresel direnç için yeni araçlar oluşturmak adına projeler geliştiriyor. Bu 10 projenin içeriğini anlatacağımız ve araştırmanın nereye varmasını hayal ettiğimizin bir kütüphanesi olacak. Bu araştırmalar devam edecek ve önümüzdeki sene bunların çıktılarını paylaşacağız.

Aslında “belirsizlik”, özellikle de geleceğe dair belirsizlik kavramının öne çıktığı bir dönemdeyiz. Böyle bir dönemden geçerken siz bu yıl bienale önceki yıllardan nasıl bir farkla yaklaştınız, nasıl ele aldınız?

Gerçekten tam anlamıyla empati kurmaya çalıştık. Karantina dönemine girmeden önce bizim küratörümüzle son seyahatimiz Beyrut’a bir araştırma gezisiydi, oradan tasarımcı ve proje seçecektik. Küratörümüz Beyrut’a gitti, ben de iki gün sonra gittim. Ancak gittiğimizde karantina başlamıştı, anlamamışız nasıl bir ciddiyetin içerisinde olduğumuzu. Sokaklar bomboştu. Anlayabilmemiz uzun sürdü…

Şu an yine bir anlamda zorlanıyoruz çünkü biz ekipler olarak Türkiye’deyiz, küratörümüz Portekiz’de, bazı tasarımcılar İngiltere’de, herkes bambaşka bir geçeklik yaşıyor. Seyircimizle, çevremizle nasıl ilişki kuracağımızı düşüne düşüne belki 10 kere tekrardan bienali tasarladık diyebilirim. Ama günün sonunda empati kurmak ve bu pratiği tekrar kazanmak için başlattığımız bir düşünceye devam etmenin en doğrusu olduğunu düşünerek, adım adım bütün tasarımcılarla tekrar görüşüp, onları anlamaya çalışarak birçok aşamadan geçip hala empati kurmaya çalışmaya devam ediyoruz.

Pandeminin elbette hiçbirimizin üzerinde yalnızca fiziksel bir etkisi olmadı. Sizin gözleminizle, bienalin temaları, sanatçılar ve eserleri üzerinde nasıl bir etkisi oldu?

Derdimiz baştan beri çevreyle ve diğer türlerle olan ilişkimizi, gıda serüveninin hikayenin içinde nasıl yer aldığını ve aslında alışkanlıklarımızı değiştirmemiz gerektiğini anlatmaya çalışmak olduğu için, bu dönemle uyumlu oldu aslında, tasarımcılar kendi pratiklerini tekrardan sorguladılar. Bundan sonrası için etkinlik yapma formatını da sürekli sorgulayacağız. Dünyada da sürekli -özellikle mimarlık ve tasarım bienallerinde- devam eden bir sorgulama biçimi. Tasarımın doğasında bir şeyi sürekli evirmek, çevirmek, yeniden düşünmek, araştırmak, bir yol almak var.

Açık hava etkinlikleriyle bienal bir anlamda şehrin geneline yayılacak. Bu yıl bienalin şehirle olan ilişkisi nasıl?

Birçok tasarımcımız yabancı tasarımcılar ve aslında onlar dışarıdan bakıp da buradaki komünitelerle nasıl ilişki kurdukları üzerinden bir yerleştirme yapıyorlar ya da pratik geliştirmeye çalışıyorlar. Önemli olan tasarlanmış objeden ziyade onun nasıl kullanılacağını ve o komünitede nasıl yer alacağını kurgulamak. O yüzden her projede; özellikle Yeni Yurttaşlık Ritüellerinde, tasarımcının partneriniz olmasına dikkat ediyoruz ve onların bienal sonrasında da yerleştirmeleri sahiplenmesini ve devam ettirmesini istiyoruz.

Bienali ilk defa ziyaret edecek birinin bienalden hangi hislerle ayrılmasını dilersiniz?

Bienalin izleyicilerinde; sunduğumuz konularla ilgili bir merak uyanmasını ve farkındalık oluşmasını hayal ediyoruz. Tasarımcılar çok değişik konuları ele alıyorlar. Bienal esnasında tüm bu çalışmaları bir arada görebilmek büyük bir şans. Belki de beş senelik bir zaman zarfında fark edeceğimiz konuları tek bir bienalde görebiliyoruz. Seyircilere, onlarda merak uyandıran çalışmalar vesilesiyle farklı bir soru sordurabiliyorsak, bu zaten en büyük zafer.