SCHIAPARELLI – GERÇEKLİĞİN VE ZAMANIN ÖTESİNDE TASARIMLAR

Neredeyse bir asır önce modayı sanatla birleştiren ve ilk tasarımından son dokunduğu parçaya kadar izleyicisini şaşırtmayı başaran bir asi ruh. İki Dünya Savaşı arasında moda sahnesinin gelmiş geçmiş en büyük isimlerinden biri olmayı başaran bir dahi; Elsa Schiaparelli.#Sanayi313Pioneers

1800’lerin sonunda Roma’da bir Palazzo’da doğup, 1920’lerin başında Paris’te yaşamaya başladığınızı ve dönemin Avrupa’sında etrafınızın sayısız sanatçıyla çevrili olduğunu düşünün. Bir moda tasarımcısısınız ve Gabriel Chanel bile size olan kıskançlığından gazetelere manşet olacak açıklamalar yapıyor. Dönemin yıldız ismi olan Chanel sizden “Kıyafetler yapan şu İtalyan artist.” diye bahsettiğinde ününüz artıyor. Üstelik bu demeç modayı sanatını yapmak için bir araç olarak kullanan ve kendini moda tasarımcısı olarak görmeyen biri olmanızla da örtüşüyor. Çünkü sizin için önemli olan tek şey hayal gücünüzün aşabileceği sınırlar ve gerçek algısıyla oynayan tasarımlar yapmak.

20’ler ve 30’ların Avrupa’sında moda dünyasında ünlü olmak için gerekenler aslında günümüzden çok da uzak değildi. Kitlelerin adınızdan bahsetmesi için sadece yetenekli olmanız, iyi kumaşlar kullanmanız ve ticaretten anlamanız yetmiyordu. Bu saydığım özelliklerin yanına fütursuzluk, cesaret, kurnazlık, acımasızlık ve bol miktarda kendini beğenmişlik eklemeniz neredeyse zorunluydu. Ki bu da, ilerleyen satırlarda başarısının sırlarını okuyacağımız tasarımcının çabasızca bir araya getirdiği bir reçeteydi… Dünyaya ayak uydurmakta zorlanan ve onu değiştirmek isteyen herkesin Paris’e akın ettiği 20’lerde başlayan bir hikaye Schiaparelli’nin hikayesi. Bu nedenle hepsi birbirinden çılgın fikirleri olan yazarlar, ressamlar, şairler ve heykeltıraşlarla dolu bir şehirden beslenmiş bir estetik algısına sahip. Büyüdüğü evde eksik olmayan partiler, aristokrat misafirler ve parlak dore çerçeveli yağlıboya tablolar da bu estetiğe büyük katkı sağlamış. 1927’de moda sahnesine adımını atarken tasarladığı kazağın “trompe l’œil” temalı olması ve anında uluslararası ün kazanması bu yüzden pek de sürpriz sayılmaz. Time dergisinin kapağına taşınan ilk kadın tasarımcı olması bu kazağın tanıtılmasından sadece yedi sene sonra oluyor. Bu zaman zarfında ise ilk parfümünü çıkarmayı, Rus ve Fransız asıllı sanatçı Elsa Triolet ile ortak bir kolye üretmeyi ve sürrealist şapka tasarımlarına başlamayı ihmal etmiyor. 1935’te butiğini Paris’in kalbi olan Place Vendôme’daki beş katlı ve 98 odalı Hôtel de Fontpertuis’ye taşıyan Elsa, daha önce parfüm şişelerinin tasarım sürecinde birlikte çalıştığı iç mimar Jean-Michel Frank ve efsanevi heykeltıraş Alberto Giacometti’yi de bu sürece ortak ediyor. Sanat ve modayı sadece kıyafetlerde değil devasa bir binada da birleştirmeyi başaran Schiaparelli, atölye ve butiğin aynı çatı altında bulunduğu ilk modern uygulamaya da imza atıyor. Sürrealizme olan aşkını sadece sürrealist tasarımcılarla yakın arkadaş olmakla sınırlandırmayan bu özgür ruh; seneler boyunca Jean Cocteau, Salvador Dalí, Man Ray, Meret Oppenheim gibi pek çok sanatçıyla ortak tasarımlar hayata geçiriyor. Salvador Dali ile birlikte sabit ankesörlü telefonun harfleri şeklinde tasarladıkları pudra kutusu bunların ilki olarak moda tarihine adını yazdırıyor. Daha sonra ikilinin birlikte tasarladıkları en ikonik parça olan Lobster Dress’in Windsor Düşesi Wallis Simpson tarafından giyilmesi ise Dali & Schiap dehasının izlerini bugüne taşıyan mihenk taşlarından biri oluyor. “Dur, Bak ve Dinle” adını verdiği koleksiyonunda kendisi hakkında çıkan haberlerle dolu gazete kupürlerini kumaşlarında desen olarak kullanan tasarımcı hayal gücünün sınırlarını zorlamaktan asla vazgeçmiyor. Onun günümüzde bile adını büyük puntolarla kıyafetlerinin üzerine yazdıran tasarımcılardan daha cool olduğunu söylemek mümkün. Pahalı kumaşlara, göz alıcı renklere, gösterişli kesimlere ve parlak işlemelere olan hayranlığı seneler içerisinde onu koleksiyonlarını etkileyici temalar etrafında şekillendirmeye itiyor. Sirk, burçlar ve müzik ilhamlı özel koleksiyonlar yaratıyor. Kendi zamanının, hatta bizim zamanımızın bile çok ötesindeki bakış açısı; İkinci Dünya Savaşı sırasında sunduğu Cash & Carry koleksiyonunda kamuflaj desenini ilk defa House Couture’de kullanmasıyla kendini yeniden gösteriyor. Dünya savaşı sırasında Amerika’ya taşınan tasarımcı 1945’te Paris’e döndüğünde politikanın yeniden şekillendirdiği dünyaya ayak uydurmakta zorlanmıyor. O, 21. yüzyılda şıklığından ve konforundan ödün vermek istemeyen tüm genç profesyonellerin peşinde olduğu gardırobu 70 sene önce yaratıyor. Toplamı altı kilodan fazla tutmayan altı elbise, üç katlanabilir ve bir çift taraflı giyilebilir şapka seyahat eden tüm kadınların arzu nesnesi haline geliyor. Moda dünyasında ileri görüşlülüğün ve cesaretin tanımlarını değiştiren Schiaparelli gözlük ve iç çamaşırı tasarımına da el atıyor. 1954’te Haute Couture butiğini kapamadan önce imzası haline gelen Shocking Pink rengini ve devasa mücevherleri de moda sahnesine kazandırıyor. 1973’te vefat eden tasarımcının mirası 2012’de Hôtel de Fontpertuis’de yeniden hayat buluyor ve bugün Paris Haute Couture haftasının en merakla beklenen defileleri listesinde baş sıralarda yer alıyor. Geçtiğimiz sene Joe Biden’ın yemin töreninde sahne alan Lady Gaga’nın bir Schiaparelli tasarımı tercih etmesi, Bella Hadid’in Cannes kırmızı halısını göğsünde bir Schiaparelli mücevheriyle salınması, Julia Fox’un eski erkek arkadaşı Kanye West’le birlikte katıldıkları Paris Moda Haftası’nı Schiaparelli Couture parçaları içinde geçirmesi ve markanın 1930 yılına ait koleksiyonunun en az Sonbahar 2022 koleksiyonu kadar etkileyici olması moda tarihini değiştiren bu kadına şapka çıkartılması gerektiğini sorgulanmaz şekilde kanıtlıyor.

  • Schiaparelli’yi anlamak tarihini okumak kadar tasarımlarına detaylarıyla bakmayı da gerektiriyor. Bu nedenle okuyucuyu Schiaparelli arşivlerinde görsel bir yolculuğa çıkmaya teşvik ediyorum.