PASAJLAR
Nuri Kuzucan’ın mayıs ayında ARTER’de kapılarını açacak/açmış olan “PASAJ” sergisi, ismini ilk duyduğum andan beri beni heyecanlandırmaya devam ediyor. O kadar çok imge belirliyor ki kafamda, önce sözlüğe ardından Nuri’nin sözlerine bakmak, hepsini harmanlamak ve röportajımızın kendi pasajlarını yaratmak istiyorum.Nuri’nin zihninin, bir retrospektif edasında yansıması olan pasaj fikri Sanayi313 PAPER’ın dördüncü sayısının kapağında farklı bir yönde hayat buluyor.
PASAJ
isim
- İçinde dükkânlar bulunan, genellikle üzeri kapalı ve her iki ucu sokağa, caddeye açılan çarşı.
Hep pasajların içinden geçmeyi sevmişimdir. Sanki her an bir sürprizle karşılacakmışım gibi bir his olur içimde.
- Yazınsal bir yapıttan ya da herhangi bir yazıdan alınan ya da okunan parça.
Bir öyküden, romandan bir pasaj okuyup ilham almak benim için nefes almak gibi bir şey.
Dilimize Fransızcadan geçmiş olan pasaj kelimesi 12. yüzyıldan beri kullanılmakta imiş.
Sürpriz ve ilham bence Nuri’nin de işlerinde hep mevcut. Buradan çıkışla Nuri’nin “pasajına” geçmek isterim:
“Emre Baykal (ARTER’in başküratörü ve sanat yöneticisi) ile ARTER’de sergi konuşmalarımızı yaptığımız dönemde, bana serginin olacağı mekânı göstermişti. Klasik “beyaz küp” galeri anlayışından farklı; içinden geçilebilir, iki farklı girişiyle duraksamanın neredeyse mümkün olmadığı, dolaşırken bir anda merdivenlerden inip öteki kapıdan dışarı çıktığım anda tüm alana hâkim olduğumu hissettiğim bir deneyim yaşadım. O geçişler durumu bende fiziksel anlamda bir pasaj duygusu yarattı. Bir yandan da mekânın yapısı gereği; binaların arasında kalmış olması, çevresinin örülmemiş olması arada olma hissi uyandırdı. Bir de bu duygular mekânı bildikten sonra yaptığım işlerle ilişkilendi. Resim yaparken de geçişler üzerine düşünen, bir resmin başka bir resmi doğurmasına; resmin üzerindeki formun, rengin başka bir dokuyu çağrıştırmasına odaklanan biri olarak ortaya çıkan veriyi destekler nitelikte geçiş alanları doğdu gibi oldu.”
Bu pasajın yüksek tavanlı bölümünün tam ortasında tüm dinginliğiyle duran, serginin küratörü Nilüfer Şaşmazer var bir yanda da;
“Nuri’nin işlerinde çok sayıda mimari öğe bulunuyor, dolayısıyla iki giriş-çıkış noktasına sahip bir geçiş bölgesi olan bu mekânın, geçişliliği, geçiciliği merkeze alan sergiye iyi ev sahipliği yapacağına inanıyorum. İşlerdeki geometrinin, düzlemlerin, boşlukların sergi tasarımında gerçekleştirmeyi öngördüğümüz ışık tasarımıyla birlikte iyi işleyeceğini hayal ediyorum. Nuri’nin işlerinin mekânla beraber daha da öne çıkacağını, çoğalacağını düşünüyorum. Bir resmin algılanışının farklı alan derinliklerinde nasıl değiştiğini, ya da bir başka resimle nasıl işlediğini görmek, resme bakmayı seven biri için çok heyecan verici.
Sergi alanını tasavvur etme aşamasında mimar Duygu Doğan ile kafa kafaya vererek mekanı birlikte tasarladık. Zira henüz ilk buluşmamızda, Nuri yalnızca yaptığı resimleri mekâna getirip asmak istemediğini, daha ziyade resimlerin mekâna yerleşmesini, mekanla birlikte çalışmasını istediğini söylemişti. Bunun ardında hem mekânın ve resmin iç içe geçmesi arzusu var hem de her izleyicinin sergiyi tamamen öznel algısı ve kendi zamanı içinde deneyimlemesi arzusu.”
DÖNÜŞÜMLER
Nuri Kuzucan burada tekrar sohbete giriyor.
“Arter’deki sergide yer alan tüm işlerim yeni ama sonra ortaya çıktı ki, üzerine planladığımız her şeyin görsel referansı var. Duygu ile konuşurken ‘böyle bir şeyden bahsediyorum’ diyebileceğim birkaç resim oldu. Bu vesileyle hem derdimi anlatabildim hem de nasıl bir atmosfer yaratacağımızı hayal edebildik. Hatta serginin tasarımı yapılırken bir resim üzerine çok konuştuk ve o resim serginin başlangıç noktası gibi oldu. O resmin içerisindeki dolaşım alanı sergi alanının kendisi gibi olacak ya da sergi alanının kendisi resimdeki labirentimsi yapıya dönüşecek.”
İşte ben de Nuri Kuzucan ile Sanayi313’ün bir şekilde birbirine dönüşeceği günü bekliyordum. Nuri hem bizim komşumuz hem de ilk günlerden beri arkadaşımız. Sanayi313 PAPER’ın kapağı için bir araya geldik. Sanayi313 ve Nuri’nin ortak yönlerini konuşmaya başladık.
“Günlük hayatımızda, mekânların durumuna göre defansif olmak ile katılımcı olmak arasında bir yerlerde kalabiliyoruz. Kendimizi çevremizden koruyacak mıyız yoksa oranın bir parçası mı olacağız? Espasların, mesafelerin geniş olduğu Sanayi313 gibi alanlar insanı katılımcı olmaya motive ediyor. Rahat hissetmek, kendin olabilmek bu tip mekânlarda çok daha olası oluyor. Buraya geldiğimde kendimle pasajlandığımı hissediyorum.”
KAPAK
Sanayi313 PAPER için öyle bir kapak hayal etti ki Nuri, var ile yok arası, beyaz ile siyah arası, gölgeler ve yansımaların var olduğu; kendi işlerinde olduğu gibi sanatçısından ziyade işin kendisinin izleyici/okuyucu ile buluştuğu bir varlık/yokluk. Kendisi şöyle anlatıyor;
“Kapaktan bahsetmeye başlayınca, bir kapak tasarlamaktansa kendi alanımda çözüm üretme üzerine odaklandım. Soyut malzemeleri, çağrışımları ve bunların kapağa nasıl aktarılabileceğini düşünürken bir zaman geçti ve vurguladığımız şeyi işaretlemenin önemine karar verdim. İşaret eden kişi ben olacaktım ama bu ortada olmayacaktı. Kendimi o tasarımın dışında bir yere konumlandırdım ve rahat ettim. Somut bir şey olmasındansa işaret edilen öznenin algılanması daha iyi bir fikirmiş gibi geldi.”
KAPAK #02
Az sonra üzerinde konuşacağımız, toplum için sanatın yaygınlaşması konusu röportajdaki tüm pasajların arkasında yatan ana fikir aslında. Nuri, “Fasad Serisi no:313” isimli eserini Sanayi313 PAPER ile paylaştı. Hayalimiz, dergimizin ulaştığı her bireyin Nuri’nin eserini sayfadan koparıp sevdiği bir yere asıyor/koyuyor olması. Nuri, her kopyayı imzaladı.
TOPLUM İÇİN SANAT MÜNAZARASI
Tıpkı pasajlar gibi, sanatın da kapıları herkese açık olmalı, peki açık mı?
Nuri ve Nilüfer bu konuda sohbet ediyorlar;
NK Toplum için sanatın yaygınlaşmasını isterim. Aslında zaten yaygın. Sanat algısının bir nesneye bağlı olması gibi bir durum yok. Çok mütevazi olanaklarla elde edilmiş bir resimle, müzayedelerden büyük meblağlara alınan resim arasında bir hiyerarşi yok. Ama tabi ki sanat alanında sembolik ve güçlü karakterler olan sanatçılar ve sanat alanları var. Onlara ulaşma/ulaşamama, yüzyıllardır var olan bir tartışma konusu. Sanata ulaşmak için insanların bir efor sarf ediyor olması mülkiyetçilik ile ilgili bir duygudan kaynaklanıyor. Bunu ne kadar terbiye etmeye çalışsak da bu duygu hepimizde var. Bu duygudan kurtulmak için sanatla olan ilişkimizi tamamen şeffaflaştırmamız lazım. ‘Sanat, içinde yaşamayı kabul ettiğimiz yere nasıl dönüştürülür’ duygusuna dair motivasyona ihtiyacımız var. Sanat her yerde, hayatımızın her evresinde var.
NŞ Sanat kurumlarına burada büyük bir rol düşüyor. Sanat etkinliklerine ücretsiz ya da makul fiyatlar ile erişilebilmesi, düzenlenen sergiler çerçevesinde özellikle gençler ve çocuklar için öğrenme programları, atölyeler yapılması, eğitim kurumlarıyla koordine şekilde çalışılması, sanat alanlarının herkese açık olduğunu vurgulayan bir iletişim stratejisi geliştirilmesi çok önemli adımlar diye düşünüyorum.
NK Engelleyici durumları analiz edip bertaraf etmek lazım. Fiziksel ve fiziksel olmayan tüm mesafeleri ortadan kaldırmak lazım. Kişinin kendini rahat hissedeceği, ulaşmak, temas etmek konusunda tereddüt etmeyeceği sanat alanları yaratmak gerekiyor.
NŞ Örneğin İBB’nin son dönemde bu yöndeki yaklaşımını takdir ediyorum. Ücretsiz konserler, sergiler, etkinlikler organize etmekle, şehrin kültürel mirasını açığa çıkarmakla kalmayıp bu etkinliklere ev sahipliği yapan yeni mekânlar da üretiyorlar. Nitelikleri, işleyişleri tartışılabilir ancak şehir merkezi sayılmayacak birçok noktadaki varlıkları çok değerli.
Ve sohbetimizi Nilüfer, Nuri’nin “pasajlarını” kendi bakışıyla betimlerken sonlandırıyor.
“Nuri, Akademi’de geçirdiği uzun yıllarda geliştirdiği iç mekan etütlerinin ardından resminin odağını önce binalara, sokağa, sonra şehre taşımış. Yatay bakış, yerini önce kuşbakışa ardından çok daha soyut bir bakışa bırakmış. Bugün geldiği noktada çok ince süzülmüş bir üretimi olduğunu düşünüyorum. Ve Nuri’nin bu öznel sesini bulabilmiş olmasının yanı sıra işlerinin, aynı hayattaki genel tutumu gibi, bir hiyerarşi içinde değil, eşit bir birliktelik düzleminde var olmayı önermesini; daha önce düzenlediği Açık Mekan sergilerini, kolektif çalışma fikrini, kendinden önce gelen sanatçıların yanı sıra dönemdaşlarının çalışmalarıyla olan akrabalık ilişkilerini öne çıkarmasını çok değerli buluyorum. Hayatı ve üretiminin kapısı isteyen herkese açık diye düşünüyorum; umuyorum kendisini tanımayanlar için tasarladığı bu kapak ve bu söyleşi de bu kapıya işaret eden bir vesile olur.”
*Nuri Kuzucan küratörlüğünü üstlendiği iki adet Açık Mekân sergisi gerçekleştirdi. Kendisinin de katılımcı olduğu bu sergiler serisine farklı sanatçıları dahil etti ve sergide yer alan işleri birer form olarak ele alarak resimsel bir kompozisyon yaratmayı hedefledi.”