LEROS’TA ZAMANIN VE SUYUN İZİNDE
“All Things Become Islands Before My Senses”Duygularımızla dönüşen adalar ve kendi adacıklarımızın zamanla imtihanı… Yunanistan’ın Leros adasında Perasma’nın ziyarete açtığı “All Things Become Islands Before My Senses” sergisini zamanın, suyun ve adanın tarihiyle hemhal ederek eş küratörleri Burcu Fikretoğlu ve Gizem Naz Kudunoğlu’ndan dinledik.
PAPER Time is A Child’dan sonra ikinci sergiyle yine Leros’tasınız. Sizi dönüp dolaşıp buraya geri getiren şeylerden biraz bahseder misiniz?
Burcu Fikretoğlu Geçtiğimiz sene uzun yıllardır hayal ettiğimiz bir Yunan adası projesi gerçekleşti. Bir kerelik bir düşünceydi. Çok yoğun bir süreçti birçok sebeple. Yaşanan zorlukların bu adada gerçekleşmesi hem coğrafi hem sosyolojik birçok nedenle her şeyi daha kompakt, daha sıkışmış hâle getirdi. Sergi sona erdikten bir süre sonra orada deneyimlediğim zamanın, yalnızlığın, dostluğun, verilen sınavların üzerine düşünmeye devam etmek kaçınılmaz oldu. Uzun yıllara dayanan bir dostluğumuz olan Gizem Naz Kudunoğlu’yla bir ortaklığa adım atmayı hayal ediyorduk ve birlikte ilk projemizin bu olması bizim için çok özel bir çıkış noktası oldu.
P: Leros’u kendi gözünüzden anlatır mısınız?
BF: Adanın bir Yunan adası olarak geçmişi çok yeni, Osmanlı yönetimi, İtalyan kolonizasyonu ve bu süreçte oluşan eşsiz mimari, Alman ve İngiliz yönetimi, adada çok baskın izler bırakmış. Daha sonra siyasi suçlular, adanın bütün dünyada kötü üne sahip olmasına neden olan akıl hastanesi ve daha birçok etki adada bütün zamanların kendine has bir şekilde üst üste binmesi beni çok etkiledi.
Ada, ezberlediğimiz Yunan adası estetiğini bize kolayca sunmuyor. Güzelliğini bekledikçe gösteriyor, baktıkça kendini açıyor. Bu ada belki de hiçbir şeyi kolayca vermiyor. Alışmış olduğumuz ritim, belli davranışlarının sonuçlarının belli şekillerde karşılık alması beklentilerimizi belirlerken, Leros alıştığımız bütün işleyiş biçimlerini kırıyor ve buradaki bütün deneyimler, edinilen her dostluk başka biz derinlikle işliyor hayatıma.
P: Serginin ismiyle Pavese şiirinde ilk karşı karşıya geldiğiniz anı hatırlıyor musunuz? Bu ismi – şiiri seçmenizdeki etkenler neler oldu?
Gizem Naz Kudunoğlu: Bu kadar yoğun tarihi süreçler çok daha kitlesel, toplumsal etkiler seviyesinde okunuyor tabii ki. Pavese dünya savaşlarının yıkıcılığına tanıklık eden ve bu tanıklığın birey üzerindeki etkisini ve yalnızlaştırıcılığını çok özel bir biçimde tanımlayan bir şair. Yalnızlık Tutkusu şiirindeki ‘her şey duyularımın önünde adaya dönüşüyor’ dizesi serginin genel kavramsal yaklaşımını çok özel bir yerden tanımladı bize göre. Coğrafi bir ada yanında insan bedeninin ve canlı ya da cansız bütün nesnelerin de adalaşabileceğidüşüncesi çok etkili oldu bu seneki içerik üzerine çalışırken.
P: İlk sergide odakta zaman vardı. Şimdi kendi biricik adalarımız, benliklerimiz var. Her seferinde ana temayı tarih, mitoloji ve fanteziyle birleştirmeyi başarıyorsunuz. Perasma için geçtiğimiz bir senede kendi adanızda neler olup bitti? Bu sergiye nasıl değişimlerle geldiniz?
BF: Zaman düşüncesi, aslında bir adada bir sergi kurgulama fikriyle eş zamanlı olarak var oldu. Bu adanın Leros olacağı belli değilken bile coğrafi zamanı ve anakaradan kopuk bir kara parçasındaki akışına odaklanmak istiyordum. Sonra “Leros’ta zaman” diye bir kavram oluşmaya başladı sergiye hazırlanırken. Adada yalnız geçirdiğim çok uzun bir süreç oldu. Gitmek isteyip gidemediğim, burada kısılıp kaldığımı hissettiğim, zamanın akmadığı ama bir yandan da hiçbir şeyin yetişmediği. Fakat bu süreçten çıktıktan sonra aynı deneyim bana farklı görünmeye başladı. Üstünden zaman geçtikçe aslında ne kadar zor bir süreçte ne büyük destekler gördüğümü, nasıl özel ilişkilerimin oluştuğunu ve dönüştüğünü, adada gördüğüm desteği kavramaya başladım.
P: Adada bir sergi kurarken sizi en çok heyecanlandıran ve zorlayan şeyler neler oldu?
BF: Yeniden zor olacağını bilerek buna devam etmek sanki kendiliğinden oldu. Artık Gizem’le birlikte devam ediyor olmak bu deneyimi bambaşka bir boyuta taşıdı. Bu sene karşılaştığımız bütün zorluklar hem bir adada olmanın sebep olduğu belirsizlikler ve aksaklıklar hem de bana kalırsa Leros’un bir çocuk gibi umarsız bir tarafının oluşundan kaynaklandı. Tüm bu aksaklıklar Gizem’le yan yana yaşadığımız bir deneyime evrildi.
P: Sergiyi gezmek için adayı ilk defa görecek birine burada ne deneyimlemesini önerirsiniz?
GNK: Adanın dış dünyayla kurmaya çalıştığı iletişimin sembolü olan Aerofono (Parabolik Akustik Ayna) yapısı mutlaka görülmesi gereken bir deney mekânı. Düşmanın nereden geldiğini duymaya çalışan dev kulaklar bu seneki sergiyi kurgulamaya başladığımız alan. Orada baş başa yürüyüşe çıktığımız bir günde Cevdet Erek’i sergiye davet ettiğimizi hayal etmiş, bu mekanla kuracağı ilişki üzerine fikirler yürüterek heyecanlanmıştık.Bunun dışında Lakki merkezi sinemasıyla, kilisesiyle, agorasıyla, saat kulesiyle zamanda donmuş gibi büyüleyici. Lepida’da Goshka Macuga’nın filminin birçok sahnesi için mekân olan terkedilmiş eski akıl hastanesi çok güçlü bir hafızaya sahip bir yapı. Orada saatler geçirebilirsiniz farkında olmadan. Fakat sonrasında bir program yapmamalı belki. Orada tarihi boyunca yaşanmış her şey oldukça zorlayıcı.
P: Eserlerin sergilendiği üç ana mekânı seçme sürecinden bahseder misiniz?
GNK: Eserler ağırlıklı olarak ana mekânımız olan Perasma Space, Cevdet Erek’in enstalasyonunun yer aldığı Lakki İlkokulu ve Necla Rüzgar’ın işinin yer aldığı Diapori İtalyan Kışlası’nda yer alıyor. Eserler, adanın kültür, ticaret, keşif ve fetih hikâyeleriyle iç içe geçen bir diyalog kuruyor. Tarih, mitoloji, fantezi, hayaletler ve gerçeklik, adanın üzerine suyun akıntıları gibi katman katman serilirken sergi kapsamındaki eserler de bu katmanlara eşlik ediyor. Agia Marina’daki Perasma Space ana mekânımız da bugün Yelken Kulübü olarak kullanılan İtalyan silah deposunu Pawel Althamer bir ay süreyle bir workshop mekânına dönüştürüyor. Buradaki yerel halk ve sığınmacı kampından insanların oluşturduğu bir grupla bir enstalasyon için çalışacaklar. Lakki’deki İtalyan döneminden kalma mimarisiyle ön plana çıkan İlkokul binasında Cevdet Erek’in “Sahil Sesi Sahnesi” adlı yerleştirmesinin mekâna özgü adaptasyonu yer alıyor. Eş zamanlı olarak aynı adı taşıyan kitabın Yunanca çevirisini de yayınladık. İtalyan döneminden kalma, duvar resimleriyle kaplı bir askeri kışlada Necla Rüzgar’ın oradaki duvar resimlerinden ilhamla ve mekânın şu anki keçi ağılı olarak gördüğü işleve atıfta bulunan bir resim yerleştirmesi yer alıyor. Ayrıca sergi kapsamında Perasma olarak bizim iş birliğimizde üretilen Goshka Macuga’nın akıl hastanesi binasında çektiği bir film işi de yer alıyor.
Adadaki tarihi mekânlarla diyalog hâlinde düzenlenen ve 30 Haziran – 18 Ağustos tarihleri arasında ziyaret edilebilecek karma sergide; William Kentridge, Goshka Macuga, Cevdet Erek, Maryam Turkey ve Lindsey Mendick’in de aralarında bulunduğu 17’den fazla uluslararası sanatçının yeni ve var olan eserlerini keşfetmek mümkün.