EROL TABANCA – BARIŞ, SANAT, VİZYON

O büyük bir müteahhitlik şirketinin kurucularından. Aynı zamanda Eskişehir’deki Odunpazarı Modern Müzenin yaratıcısı. Sohbetimizin her anı ayrı kıymetliydi. Çocukluk yıllarından, İstanbul’dan, OMM’den, sanattan, antika merakından, siyasetten ve barıştan bahsettik.Fotoğraf Nazlı Erdemirel

2 Ağustos 2024| CITIZENS| SİDNİ KARAVİL

Çocukluğunuzdan bahsederek başlamak isterim. Çocukluğunuzda bir şeyler biriktirir miydiniz? Sanata meraklı olduğunuzun ipuçları var mıydı? Eskişehir’de çocukluk nasıl geçti?

Sırayla gidecek olursak aslında çok şey biriktirdiğimi söyleyemem ama çocukluğumda spora çok meraklıydım. O zamanlar Eskişehir futbol takımı vardı, onun heyecanıyla çocukluğum mahalle aralarında futbol oynayarak geçti. Bir seferinde mahalle arkadaşlarımla çizgi roman yapmaya çalıştığımızı hatırlıyorum. Bayağı oturduk ve herkes bir sayfa planladı. Bir hafta sonra iki sayfalık oldu, üç sayfalık oldu. Sanata yatkın tek aktivite olarak o geliyor aklıma.

Eskişehir o zaman çok daha küçük bir çevreydi, çok akrabamız vardı. Onların çocuklarıyla birlikte keyifli bir çocukluk geçirdim diyebilirim.

Üniversite yıllarını Ankara’da geçirdiniz. Mimarlık eğitimi aldınız. Size sormak isterim, bir mimar olarak şehir planlamasının doğru yapıldığı bir İstanbul’da hangi semtleri hangi kullanışlara göre ayırırdınız?

İstanbul’un şu anda en acı ve çarpıcı olgusu deprem. Dolayısıyla planlamanın ilk sırasına yerleştirilecek madde depreme dönüklük olmalı. Tehlike içeren ve fay hattına yakın olan bütün bölgeleri tamamen yeşil alan olarak planlamak lazım. Eşim Rana’nın biraz ütopik ama çok tatlı bir yaklaşımı var: “Ne zaman İstanbul’a belediye başkanı adayı olan biri ‘Ben hiç bina yapmayacağım, hep bina yıkacağım.’ derse o zaman oyumu yürekten vereceğim.” diyor. Ben de katılıyorum. Sağlıksız yapılaşma genel anlamda kenti öldürüyor.

Tarihi yarımadada kesinlikle ticaret ve imalata dönük hiçbir iş alanı kalmamalı. Orası turistik bir bölge, İstanbul’un tamamı zaten turistler için cazibeli yerler. Düşünebiliyor musunuz? Haliç’in hemen yanındaki perşembe pazarında şu an sanayi makinaları, otomobil yedek parçaları satılıyor ve bu yıllardır yapılıyor. Üstelik bir çaba var oraların değişmesi için ama nasıl bir direnç oluşuyorsa… Bu tür hizmet alanlarını lokal bir şekilde şehrin dışına taşımak gerekir.

Kolay bir iş değil İstanbul’u yeniden planlamak.

Teşekkürler. İstanbul’da gitmeyi sevdiğiniz, size iyi gelen yerlerden ve yapmayı sevdiğiniz aktivitelerden birkaç tanesini bizlerle paylaşabilir misiniz?

Şanslıyız ki Emirgan Korusu’na çok yakın oturuyoruz. Dolayısıyla evden çıktıktan iki yüz adım sonra ben korunun içine girebiliyorum. O yüzden en keyif aldığımız yer eşimle birlikte sabah yürüyüşlerinde korunun içinde olmak. Orada yürüyebilmek bize gerçek İstanbul keyfini yaşatıyor. Onun dışında çok fazla… Tarabya’da Kıyı Restoran var. Balık restoranlarında olmak keyif veriyor. Belgrad Ormanına gidiyoruz bazen hafta sonları. Bir de spor niteliğinde akşamları işten eve dönerken Arnavutköy civarında arabadan iniyorum, Emirgan sahiline kadar yürüyerek gidiyorum.

Eskişehir’e dönecek olursak topluma ve özellikle Eskişehir’e çok büyük bir değer kazandırdınız. OMM’nin sizin hayatınızdaki anlam ve öneminden biraz bahsedebilir misiniz?

Erol Tabanca deyince hemen herkes beni müzeyle özdeşleştiriyor. Halbuki benim yaşamımda müzenin ölçeğinden çok büyük işlerin yapılmışlığı var. Bunu şikayet olarak söylemiyorum, niyetin başlangıcı olarak ifade etmek istiyorum. Biz oldukça büyük bir uluslararası müteahhitlik firmasıydık ve dünyanın hemen her yerinde iş yaptık. Özellikle Rusya ve Türk Cumhuriyetleri’nde hem bütçeleri hem de kendi ölçekleri çok büyük projelerdi ama şunu gördüm ki onlar bir işti ve o işten bizim de bir kazancımız vardı. Ancak müze öyle bir duygu uyandırdı ki bizde… Karşılıksız ve topluma hizmet anlamında yapılan bir iş oldu. Toplum bence bunu çok sağlıklı algılıyor. Bu kadar olumlu bir sonuç ve tepki alacağımı baştan hiç kestirememiştim, sadece şartlar bizi öyle götürmüştü. Sanata bir ilgimiz var. İlgimiz bir koleksiyon doğurdu. Koleksiyonu sergilemek gerekir. Nerede sergilenir? Bir müze olsa iyi olur. Nerede olsa? Memleketimizde olsun…  Toplumun her kademesinden çok büyük bir takdir gördü. Hem şahsım adına hem ailem adına çok gurur duyduk. O yüzden hiç çekinmeden söyleyebilirim,  hayatımda yaptığım en olumlu iş olarak hissediyorum.

Mimarisinden biraz bahsedecek olursak… Japon mimar Kengo Kuma ile çalıştınız. Nasıl bir süreçti bu? Japon kültürü ile Türk kültürünü bir araya getirmek kolay oldu mu?

‘Koleksiyonumuzu nasıl değerlendirsek?’ diye düşünürken,  müze sözü bana başta çok iddialı geliyordu. Müze kuracak kadar  birikim ve  koleksiyon sahibi miyiz diye düşünüyordum. Dostlarımızla konuşurken projeyi  yapacağım yerin de önemli olduğunu göz önünde bulundurunca, Sayın Yılmaz Büyükerşen’in çabalarıyla Anadolu’nun çok ayrıcalıklı bir kenti olan Eskişehir’i düşündük . Kültür alanında çok fazla aktivitesi olan bir kent.

Sonrasında, böyle bir şey yapacaksak bunun dünya ölçeğinde ses getirmesi gerektiğine karar verdim. Kuvvetli  bir ekibe sahip bir mimar olmama rağmen, Eskişehir’i ve ülkemizi uluslararası alanda tanıtmak üzere Japon mimar Kengo Kuma ile çalışmanın çok yararlı olacağını düşündüm. Önce ben kendisini Japonya’da ziyaret ettim, sonra da onu Eskişehir’e davet ettim.

Eskişehir’e geldiğinde, müzenin bulunduğu semt Odunpazarı’nı görünce çok etkilendi. Odunpazarı eski Osmanlı sivil mimarisinin çok yoğun tipik örneklerinin olduğu bir bölge. Oradaki hem yapı sistemini hem de dokuyu hissedince çok heyecanlandı. Kuma çok yoğun programı olan bir mimar. Eskişehir’de üç gün geçirdikten sonra bize bazı eskizler gönderdi. Biz de onları görünce çok heyecanlandık. Ardından proje çıktı. Osmanlı döneminin sivil mimarisinden, bizim camilerimizin plan yapılarından ve kendi Japon mimarisinin yalınlığından bir sentez oluşturdu. Herkes tarafından çok beğenilen bir proje oldu.

Müzenin ismi – Odunpazarı Modern Müze – ve projesi sosyal medyada  iki milyar insanın gözünün önünden geçmiş.

Koleksiyonunuzu oluştururken nelere önem veriyorsunuz?

‘Şöyle yapmalıyım, böyle bir şeyler seçmeliyim.’ gibi bir düşünce yapım olmadı. Hep beğendiğimi aldım. Beğendiğim işleri Defne Casaretto; uzun zamandır bu konularda yardımcılığımı yapıyor, dönem ve sanatçılar olarak klasifiye etmeye başladı. Topladığım işlere bakınca dikkatimi çeken bir şey var, emek yoğun işler olması. Bazıları da cin fikirli, sürprizi olan işler.

Kızım İdil Tabanca’nın koleksiyonu vesilesiyle fark ettiğim bir durum var. Bendeki işler ifadesi veya mesajı yüksek olan işler değil. İdil’in koleksiyonuna baktığımda onda daha protest daha ifade alanını geniş tutmuş, bir şeyler söylemeye çalışan işlerin olduğunu görüyorum. Bu da jenerasyon farkımızın bir özelliği olsa gerek.

Antika koleksiyonunuzu da konuşalım isterim. Nerelerden, nasıl topluyorsunuz?

Eskiye dönük bir şeylerin elimin altında olması hoşuma gidiyor. Mimar olduğum için olsa gerek  birtakım ölçü birim aletlerini bulursam hemen alıyorum. Küçük bir Avrupa seyahatinde, eşimle birlikte butik otellerde kalalım istediğimizde, antikanın otellerde yaşamın içine girmiş ve binaların bir unsuru haline gelmiş olduğunu gördük. Bizim de Karaköy’de otele dönüştürmek üzere çalıştığımız eski bir binamız var. Biz de antikanın yaşamın içine girdiği bir otel olsun istedik. Bu vesileyle antikaya yönelik beni çok heyecanlandıran bir uğraşı başladı.  Avrupa’daki fuarlara gitmeye başladım. Çok da enteresan oradaki fuarlar. Sabahın erken saatlerinde gidiyorsunuz; fuara satıcı ve alıcılar aynı anda giriyor. Herkes koşturuyor ve ne bulursa almaya çalışıyor.  Çok büyük mobilyalara girmeden, evde kullanılacak bazı küçük ürünleri toplamaktan keyif alıyorum. Özellikle de Art Nouveau ve Art Deco dönemine ait objeleri toplamak hoşuma gidiyor.

Bir de baktık ki, elimizde koskoca bir depo oluşturacak kadar antika toplanmış. Şimdi tüm antikalarımızı @Neoantiqueandart adı altındaki dükkanımızda bir araya getirdik.

Bodrum’daki çiftliğinizden biraz bahsedecek olursak…

Sanat camiasının içine girince fark ettiğim en önemli şeylerden biri genç sanatçı arkadaşların yolunun açılmasını sağlayacak; özellikle de heykel konusunda çok fazla imkan ve alanın olmamasıydı. Tecrübeli ve genç sanatçıları buluşturmak, birbirlerinden feyz alarak belli bir zaman dilimi geçirmek üzere bir alan yaratmak istedim. Orada eski bir yapılaşma vardı, buraları derleyerek; genç ve tecrübeli sanatçılara kalacak, birlikte çalışacak ve sergileme alanı yaratacak bir alan kuruyoruz. Sanatla uğraşan herkese açık olsun istiyorum. İleride kamuya açık bir alan haline gelmesini hayal ediyorum. Bu sene faaliyete geçer diye düşünüyorum.

Bir röportajınızda sanatın yaşamınızı yumuşattığını söylemişsiniz. Terim çok hoşuma gitti. Siz yaşamı yumuşatmak adına neler yapıyorsunuz?

Ülkemiz son yıllarda siyaset boyutuyla çok gerilmiş durumda. Siyaset devlet geleneğinin sürdürülmesi ve topluma hizmet için yapılır ancak bizde öyle olmadığı için, ülkeye zihinsel ve yeri geliyor fiziksel çatışma giriyor. Siyasetçilerin barış dilini çok doğru kullanması gerekiyor.

İştebu etkenler düşünülerek aklıma ilk etapta spor geliyor. Spor büyük bir yapı taşı, bağlaç. Müzik, resim ve heykel sanatları da öyle. OMM’yi kurduğumuz zaman bunu daha da iyi hissettim. Müzeye gelen insanların hiçbirinin sağcılığı, solculuğu, dindarlığı, muhafazakarlığı veya liberalliği söz konusu olmuyor. Yalnızca yapılmış eserlerle ilgili beğeni ve o eserin ne ifade ettiğini anlama gibi şeyler konuşuluyor ve toplumun her kesiminden ziyaretçi buluyorsunuz. İşte bu bir yumuşama.

Memleketin hepimizin olduğunu unutmayıp, bunu elbirliğiyle yüceltmenin yolunu aramak gerekiyor. Sanat alanında çabalarımızı sürdürüp topluma faydalı olmaya çalışmaya uğraşıyorum.