BETON
Betonun Yaradılışı
İnsanın kendine ortak yaşam alanları oluşturabilmesi için bir yere gereksinim duyması fikrinden yola çıkarak ilkel çağlarda mağaralarla başlayan kapalı alan serüveni sonrasında beton binalar bugün gökdelenlere kadar ulaştı.
İlk olarak M.Ö. 3000 yıllarında Mısır Piramitlerinde ve Çin Seddi’nin yapımında kullanılan kireç ve alçı esaslı harçlar ortaya çıktı. Beton ve betonarmenin ortaya çıkışı ise 19. yy’ı buldu. 1850’li yıllarda bir bahçıvanın daha sağlam saksılar üretmek için betona demir çubuklar eklemesi betonarme fikrinin en basit halini ortaya koyarken Fransız mimar Augus Perret’in 1902’de kolon, kiriş ve döşemelerin kullanıldığı ilk yapıyı inşa etmesi dünya için büyük bir yenilik oldu.
Beton; agrera, Portland çimentosu ve suyun karışımından oluşuyor. Böyle yazıldığında çok kolay gibi görünse de karışımdaki oranlar malzemenin mukavemetini, görünümünü ve ömrünü doğrudan etkiliyor. Agrera, betonun hammaddesi olan kum ve çakıl karışımından başka bir şey değil. Betona gri rengini veren Portland çimento ise adını Britanya adasındaki Portland yarımadasında bulunan kireç taşının renk benzerliğinden almış. Yapılarda ve ürünlerde genellikle gri ve beyaz çimento kullanılıyor.
İnşaat ve mimarinin yapıtaşı olan beton, hem taşıyıcı eleman hem de bir yapı malzemesi. Bina, baraj, kanal, yol ve köprü yapımlarında yaygın olarak kullanılırken dekoratif objeler, mobilya tasarımlarında ve sanat eserleri için de vazgeçilmez bir malzeme olarak öne çıkıyor. Dayanıklı, yangına karşı dirençli, su geçirmez, ekonomik ve enerji verimliliği olan bir malzeme olması tercih edilmesini arttıran etkenlerden.
Betonun bu zengin kullanım alanlarından bir tanesi de brüt beton. Fransızca bir tabir olan ‘Béton Brut’, işlenmemiş beton anlamına geliyor. Görünen beton veya çıplak beton olarak da tanımlanan brüt betonun ilk kullanımı 1913 yılında Alman mimar ve şehir planlayıcısı Max Berg’in, Almanya’nın Bresslau kentinde inşa edilen ‘Jahrhunderthalle’ binasında olmuş. Bu binanın uygulamasında beton, herhangi bir malzeme ile kaplanmadan, kalıptan çıktığı halinde kullanılmış. Brüt beton, imal edildiği haliyle, doğal görünümü ile bırakılan beton yüzeylerden oluşuyor. Brüt betona pigmentler katarak renk vermek, çeşitli kalıp ve uygulamalarla desen, doku farklılıkları yaratmak mümkün. Ekonomik olması, yaratıcı çözümler için elverişli olması ve imalatında sıva veya kaplama gibi ek uygulamalara gerek olmadığı için zaman tasarrufu sağlaması brüt betonu, mimar ve sanatçılar için daha da cazip kılıyor.
Her bileşenin kendini dışa vurmasını savunan ‘Brutalism’ (brütalizm) stilinin imzası haline gelen brüt beton malzemesi 1950’li yılların sonlarında Türkiye’de yaygınlaştı.
Brütalizm
Brütalizm mimari stilinin ortaya çıkmasındaki en büyük sebeplerden biri, II. Dünya Savaşı sonrasında halkın konut yetersizliği ve ekonomik sıkıntıların olması. Brüt betonun ucuz ve hızlı işlenen bir malzeme olması sebebiyle bu sorunlar kolay bir şekilde çözülmüş. Bazı kesimler ise bu yapıları çirkin, kaba ve hissiz olarak yorumlamışlar. 50’li, 60’lı ve 70’li yıllarda en popüler dönemini geçiren brütalizm, 1980’lere gelindiğinde, etkisini yavaş yavaş yitirmeye başlamış. Brütalizm stilinin en ünlü yapısı ise mimar ‘Le Corbusier’ in 50’li yılların başında tasarladığı ‘Unite d’Habitation’ (Birleşik Yerleşim) yapısıdır. Le Corbusier, yapının inşaatı sırasında betonu kalıbından çıktığı gibi kullanmış. Tekrar eden ve geometrik şekilleri birbirine uyum sağlayan bir mimari yapı tasarlamış. Fütürist mimar Zaha Hadid’in yakın geçmişte tasarladığı ‘Pierres Vives’ binasının Le Corbusier’in öncülük ettiği estetik duruşun bir başka örneği olduğunu söyleyebiliriz.
Tarihte brütalizm akımının en çok kullanılan malzemesi beton olmasına rağmen cam ve çelik gibi farklı malzemelerin de bir arada kullanıldığı örneklere rastlıyoruz. Renzo Piano ve Richard Rogers ‘Center Pompidou’ (Pompidou Kültür Merkezi) mimarisinde malzemeleri tamamen ortada bırakarak yapıya modern bir stil vermeyi amaçlamışlar. Bu akımın başlıca temsilcileri Marcel Breuer, Erno Goldfinger, James Kalisz, Bertrand Goldberg ve Fernand Boukobza’dır.
Modernizm ile başlayan betonarme kullanımı 20.yy’da ortaya çıkan pek çok sanat anlayışı ile birlikte daha da artmış. Le Corbusier başta olmak üzere Pierre Luigi Nervi, Oscar Niemeyer, Tadao Ando gibi modern dönemin öncü isimleri betonarmeyi kullanarak ince kesitlerde kolonlar, geniş açıklık geçen çerçeveler, büyük boşlukları olan yüzeyler, katlanmış plaklar ve kabuk örtüler tasarlamışlar.
Bunker (Sığınak)
Christian Boros 1943’te Karl Bonatz tarafından inşa edilen Berlin’de bulunan Christian Boros’un koleksiyonunu sergilediği bir galeriye dönüşen tarihi bina, Bunker (Sığınak) da brüt beton mimarisinin iyi örneklerinden biri. Galeri, çıplak beton tavan ve duvarlarla çevrili bir fonda çağdaş sanatı etkileyici bir şekilde sergiliyor. Bu yapı bana iç mimaride betonun geri planda kalarak diğer görsel unsurları ön plana çıkarmaya elverişli bir malzeme olduğunu düşündürüyor.
Beton ve Sanat
Beton, sanatçıların da kendini ifade etmelerine olanak tanıyan, esnek, akışkan ve şekil verilebilir bir malzeme olarak karşımıza çıkıyor. Bunlardan sıra dışı bir örnek Benoist Van Borren’ in geometrik formlarla oynayarak yarattığı heykelleri.. Sanatçı ruhu taşıyan bir mimara ait minimalist heykeller brütalist heykel yaklaşımının en doğru örneklerinden. Bir diğer ilginç iş ise New York’ lu sanatçı Erik Sommer’ın çimento ve beton kullanarak ortaya çıkardığı eserler. İkinci el bir Volvo 240 model arabayı tamamen betonla kaplayarak bir konteynırın içerisinde sunması insanlara gerçek üstü bir sorgulama yaşattı. Sanatçı ‘Concrete Car’ (Beton araba) isimli eseriyle New Jersey’de Mana Contemporary’ye katıldı.
2017 yılında Pera Müzesi’nde gerçekleşen Re-framed (Yeniden Bakış) isimli sergisinde çok etkilendiğim mimar Louis Kahn’ın dediği gibi ‘Mimari bir mekan, nasıl yapıldığı aşikar olandır’ sözlerinde vurgulanan brütalist yapılarda gizlenecek bir detay olmadığına, tasarımın tüm çıplaklığıyla sergilendiğine, içi dışı bir mimariyi en iyi şekilde ifade eden malzemenin beton olduğuna yeniden ikna oluyorum.