Gehry ile Yeniden Dönüşüm
Ölçeğiyle, malzemesiyle ve tasarımıyla bulunduğu mekândan ayrışan, sivrilen, “parlayan” yapılar yerini mimarıyla mı sağlamlaştırıyor?
Artık şaşırtıcı bir gündem olmasa da önemi her geçen gün artan kültür ve turizm kavramları ile biçimlenen neo-liberal kentlerin kaderini -olumlu ya da olumsuz- mimarlık belirlemeye devam ediyor; küresel haritada yer edinme amacıyla kent içerisinde gösteri odaklı gayrimenkul yatırımlarının artması ve bu yatırımların tasarımda yükseklik ve malzemede çelik ve cam ile kurduğu ilişki ise 21. yüzyıl planlama ve mimarlık anlayışını şekillendirmeye…
Guggenheim Müzesi Bilbao ikonik yapı/kent örneklerinin en bilinenleri arasında. Köhne, ekonomik olarak zor durumda olan Bilbao’nun kaderini tamamen değiştiren yapının mimarı Frank Gehry de haliyle dönüşüm mimarlarının en popülerlerinden… Fakat Gehry bugün verdiği röportajlarda ne geçmişte Bilbao’da yarattığı dönüşümle ne de gelecekte şehirlerin kaderini değiştirmekle ilgilenmediğini; şehirlerin bir parçası olmak istediğini belirtiyor ki bu söylemleriyle zihnimizi kurcalıyor. Çünkü mimarın son dönem işi bir kez daha kendi ölçeğini aşarak çok daha büyük bir potansiyele ve tartışmaya gebe.
Bu kez Gehry’nin tasarladığı yapı Bilbao gibi “pek de potansiyeli olmayan” bir şehirde yer almıyor. The LUMA Arles, yüzyılın en önemli ressamlarından Vincent Van Gogh’a ilham kaynağı, antik dönem kalıntılarıyla UNESCO’nun araştırmalarına konu olan Güney Fransa’da, Arles’de konumlanıyor. Yaklaşık 11 hektara yayılan; terk edilmiş bir tren bakım istasyonu olan Parc des Ateliers içerisinde yer alan sanat merkezinin temeli 2004 yılında İsviçreli koleksiyoner Maja Hoffmann tarafından atılıyor. Yaklaşık 150 milyon Euro’ya mal olan The LUMA Arles’in yer aldığı kampüsün geri kalanında değişim sürüyor; mevcut yapıların sergileme ve performans alanı olarak kullanılması için projeyi Selldorf Architects üstleniyor. Peyzaj düzenlemesi ise Bas Smets tarafından yapılıyor. Bünyesinde seminer odaları, sergi alanları, araştırma bölümleri, bir oditoryum kafe bulunduran The LUMA Arles’in açılış sergisinde Etel Adnan, Ólafur Elíasson, Koo Jeong A, Kapwani Kiwanga, Helen Marten, Pierre Huyghe, Carsten Höller, Philippe Parreno gibi 45 sanatçı ve tasarımcının işleri yer alıyor. Fakat sanat merkezinin açılışına dair haberlerin içeriği sergiden çok Gehry’nin tasarımı üzerine yoğunlaşıyor.
Şehrin mevcut dokusu içerisinde cesur ve gösterişli bir duruş sergileyen yapı; sarmal şeklinde 56 metre yükseliyor. 11 bin paslanmaz çelik panel kaplı parlak cephesi 21.yy’a dair güçlü çağrışımlar yapıyor. “Yaşadığımız zamanla ilgili her detayı düşünüyorum” diyerek The LUMA Arles’in, bulunduğu yer ile ilişki kurmayan bir yapı olmadığına yönelik eleştirilere yanıt vermeye çalışan Pritzer Ödülü sahibi mimar Gehry’nin, sanat merkezinin bazasında Arles’de bulunan Roma amfi tiyatrosuna; kulesi ve parlak cephesinde Vincent Van Gogh’un “Starry Night” tablosuna referans verdiği biliniyor.
The LUMA Arles, bugün hem sanat hem mimarlık camiasının gündeminde. Tüm yayınlarda, sosyal medyada… Bu görünürlük bir Bilbao etkisi yaratır mı sorularını ve beraberinde özellikle son çeyrek yüzyılda kentlerin kaderini etkilemiş “yıldız mimar”, “ikonik yapı” gibi kavramların geçerliliğini sorgulamamız gerektiğini akıllara getiriyor. “Mekandan yayılan” bilginin, datanın ya da “fotoğrafın” ne kadar yönlendirici olabileceği, mimarın bu anlamda iletişim kabiliyeti ve görünürlüğünü: İletişimin kentsel mekanı biçimlendirmedeki inanılmaz gücünü; belki de Arles’e bir sanat merkezine gösterilecek turistik ilgiyi değil ama “Frank Gehry etkisini” tartışmaya açmamız gerekiyor.