PERDE ARKASINDAKİ EMEĞE SAYGI DURUŞU
Sanayi313 PAPER’ın onuncu yıl özel sayısı; zanaatkârlığı, yaratıcılığı ve sanatı, Marina Abramović’in öğrencisi, modern ve postmodern performans sanatının öncülerinden Nezaket Ekiciyle bir araya getiriyor. Mizah ile ciddiyeti harmanlayan düşündürücü performanslarıyla tanınan Ekici, yetiştiği Alman kültürünü sorgularken Türk kökleriyle de derin bir bağ kuruyor. Sanatı kavramsal ve felsefi temellere dayanıyor. Her bir eseri bütüncül birer sanat yapıtı. Ekici, kapak görselimizde ‘Emotion in Motion’ (Hareket Hâlindeki Duygu) adlı performansından ilhamla yarattığı bir eserle yer alıyor. 2002 yılında sergilediği ‘Emotion in Motion’ performansında Ekici, nesneleri öperek onların yapımında harcanan görünmeyen emeğe saygısını sunuyor. Bu eylem, Sanayi313’ün felsefesini çok güzel bir şekilde yansıtıyor; yarattığımız her şeyin ardındaki özveriye, emeğe ve hikâyelere teşekkür.Fotoğraf Nazlı Erdemirel
PAPER Nezaket, olağanüstü bir sanatçısın. Performans sanatını bizim için tanımlar mısın? Diğer sanat türlerinden farkı nedir?
Nezaket Ekici: Sanatçının eylemleriyle ortaya çıkan bir sanat eseri ilginçtir. Seyircinin önünde, seyirciyle birlikte, belirli bir mekânda sanat yaratıyorsun. Her şey sadece o ana özgü; bir tablo ya da heykel gibi zamanla varlığını sürdüren iki ya da üç boyutlu bir nesne değil. Canlı performanslar, izleyicilerle birlikte doğan spontane bir enerjiyle oluşuyor. Bu bir meydan okuma bir yandan ve ben bunu seviyorum.
P Performanslarında genellikle bir mücadele, acı ya da fiziksel güçle yüzleştiğini görüyoruz. Bu duygular, o dönemde özel hayatında yaşadığın hislerle ilişkili mi?
NE Evet, ama şunu unutma, acı ve mücadele kadar mizah ve eğlence de var. Farkı yaratan da bu zaten. Bir gözümde mizah, diğerinde gözyaşı var. O anda canım yanıyorsa bunu ifade ederim, keyif alıyorsam da bunu seyirciyle paylaşırım. Sergilediğim eylem, ruhumun derinliklerinden gelen dürüst ve saf bir duygu.
P Gelenekler senin için önemli. Türk kültürünün klasik altın bilezikleri takıyorsun. İlk erkek arkadaşınla evlisin. Böyle geleneksel bir kadının hayatı çağdaş performans sanatına nasıl ilham veriyor?
NE 1970’te Türkiye’de doğdum ve üç yaşındayken ailemle birlikte “Gastarbeiter Ailesi” programı kapsamında Almanya’ya gittim. Türk bir toplulukta yaşıyorduk. Alman kültürüne entegre olma imkânı pek yoktu, dolayısıyla Türk gelenekleri çok önemliydi. Zamanla okul, eğitim ve Alman kültürü de benim için değer kazandı. Sonra bir Alman’la evlendim ve dünyayı gezen bir sanatçı olarak uluslararası bir bakış kazandım. Ben Türküm, Almanım ve aynı zamanda evrenselim. Çocukluk anılarım, Türk ve Alman ritüelleri ve başka kültürlerin ritüelleri de performanslarımın temelini oluşturuyor.
Vücut hareketiyle ve tekrarlarla çalışmak zamanla ritüellere dönüşüyor. Yani bir yandan çok modernim, diğer yandan çok gelenekselim. Sanatım bu çelişkinin bir yansıması ve bence onu ilginç kılan da bu. Nereden geldiğini asla unutma ama aynı zamanda dönemin ruhuna, çevrendeki kültürel akışa dikkat et.
P Sanayi313 PAPER’ın geleneği ise kapaklarımızda sanatçılarla işbirliği yapmak. Seninle yaptığımız fotoğraf çekimi harikaydı. Şimdi kapağımızda Emotion in Motion var. Günlük hayatımızda kullandığımız nesnelerin ardındaki emeğe onları öperek saygı gösteriyorsun. Bu fikrin doğuşundan bahseder misin?
NE Emotion in Motion 1998’de, ben öğrenciyken başladı. Sandalyeleri, masaları, kişisel eşyaları, fazla da düşünmeden öpmeye başladım. Zamanla bu, şükran üzerine derin bir düşünceye dönüştü. Öpücük iz bırakıyor, tıpkı bir tablo gibi. Bu iz, o nesnelerin ardındaki görünmeyen emeğe bir teşekkür niteliğinde. Bu performansı on farklı ülkede bazen günlerce, galeriler, müzeler ve kamusal alanlarda sergiledim. Fiziksel olarak da güçlü bir deneyim. Sert duvarları öpmek acıtıyor, soğuk porselen veya yumuşak yastıklar rahatlatıyor. Emeği, ve güzelliği takdir etmekle ilgili. Hatta performans alanıma giren insanları da öpüyorum, bir teşekkür jesti olarak. Emotion in Motion, çoğu zaman farkına bile varmadığımız şeylerin değerini hatırlatıyor.
P Sanayi313’te yaptığımız çekimde farklı nesneleri öperken poz verdin ve her kareye bir hikâye, bir senaryo kazandırmak istedin. Bu açıdan bakınca o çekimi nasıl tanımlıyorsun?
NE İlham verici bir deneyimdi. Sanayi313 kendimi canlı hissettirdi. Bitkiler, ilgin. tasarımlar, antikalar ve modern dokunuşlarla dolu. Her köşe sanki kendi hikâyesini anlatıyordu, keşfedilmeyi bekliyordu. Poz vermekten öte, Sanayi313’ü bir “yer” olarak deneyimledim. İkimiz için de yeni bir deneyimdi. Daha önce böyle bir çekim yapılmadığını söylediğinde heyecanlandım. Özellikle bitkilerle dolu köşe, yarım ayna, beyaz kahve takımı ve kış bahçesiyle kurduğum etkileşim etkileciydi.
P Performansların arasından favorilerimden biri Heaven Island. Tarabya’da bir vinçte yaşamaya nasıl karar verdin?
NE Fikir tamamen bir hayal kırıklığından doğdu. Tarabya Kültür Akademisinde misafir sanatçıydım, Boğaz manzaralı bir villada kalıyordum. Bir sabah inşaat başladı ve dev bir vinç manzaramı kapattı. Delirecektim. Sonra vinç operatörüne gidip “Vinçte yaşayabilir miyim?” dedim. Bana deliymişim gibi baktı ama “Tehlikeli, dikkat et,” diyerek izin verdi.
Vinci evime dönüştürdüm. Bir yastık, battaniye, çiçek, ayna, hatta geceleri ışık için pilli bir lamba bile götürdüm. Hepsini yukarı taşımak ayrı bir maceraydı. İstanbul’daki insanların sepetlerle yukarıya yiyecek ya da eşya çekmesi gibi ben de ip kullandım. Yukarıda rüzgâr güçlüydü ama manzara muhteşemdi. Karadeniz’e kadar uzanıyordu.
Performans canlı değildi, video olarak kaydedildi. Yaşayan bir heykel yaratıyormuşum gibi davrandım. Bazen şemsiye tuttum, battaniyeye sarıldım, bazense sadece oturup manzaranın parçası oldum. Heaven Island, bir engeli fırsata dönüştürdü. İstanbul’un kendisini yansıtıyor aslında; tezatları, yükseklikleri ve sürekli değişen manzarasıyla.
P Bir diğer favorim Pars Pro Toto. Dev bir buz bloğunu eritmeye çalıştığın bu performans, küresel ısınmayı akla getiriyor. Biraz bahsedebilir misin?
NE Evet, performans küresel bir krize odaklanıyor; buzulların erimesi, deniz seviyesinin yükselmesi ve bunun sonucunda yok olabilecek yerler. Eski bir fabrika alanında performans yapmam istendi. Burada eskiden sıcak ve soğuk su sistemleri için jeneratörler kullanılıyormuş. Bu zıtlık bana ilham verdi.
Buzulların ve kırılgan çevremizin simgesi olarak büyük bir buz bloğunu eritmeye karar verdim. Bedenimin enerjisini, ısıtıcıları, kettle’ları ve ütüyü kullanarak erimeyi hızlandırdım. Eriyen suyu dört muslukla toplayıp tekrar ısıttım ve yeniden buza döktüm. Beş saat süren bu döngü, damlayan suyun sesiyle meditatif bir hal aldı.
Görsel olarak da çarpıcıydı: ışık altında parlayan buz, erirken şekil değiştiren formlar, kaybolmadan önce oluşan geçici heykeller. Bu süreç sabır, dönüşüm ve güzelliğin yok oluşunu izlemekle ilgiliydi.
İzleyenler sessizlik içinde saatlerce oturdu. Benim için de çok derin bir deneyimdi çünkü nasıl gelişeceğini bilmiyordum. O doğallık, mekân, materyaller ve duygular arasındaki etkileşim performansa ruhunu verdi
P Türk kökleri olan, Avrupa’da yaşayan bir sanatçı olarak Türkiye’deki çağdaş sanat ve performans sanatını nasıl değerlendiriyorsun?
NE Türkiye’deki sanat sahnesi inanılmaz gelişti. Pek çok tarihî yapı kültür mekânlarına dönüştü; bienaller artık sadece İstanbul’da değil, Çanakkale, Mardin, Sinop gibi şehirlerde de düzenleniyor. Bu yayılım yeni bir enerji ve fırsat yaratıyor.
Genç sanatçılar arasında ciddi bir hareketlilik var. Ancak performans sanatının tam olarak ne olduğu konusunda hâlâ kafa karışıklığı olduğunu düşünüyorum. Çoğu zaman tiyatro, dans ya da oyunculukla karıştırılıyor. Oysa performans sanatı, görsel sanat kökenlerinden gelen, kendi kimliğine sahip bir disiplin. Disiplinler arası çalışmaların artmasını çok olumlu buluyorum ama performans sanatının çağdaş sanattaki yerini tanımlayacak daha net bir dile ihtiyacımız var. Yine de gelişim umut verici ve geleceği konusunda iyimserim.
P Beral Madra senin için “İfade gücü, içinden, kalbinden geliyor. Korkusuz, özgür ve merhametli bir ruha sahip” demişti. Kalpten gelen bir mesajın var mı okuyucularımıza?
NE Dünyaya gözlerinizi açık tutun, büyük resme bakın. Evet, zor bir zamandan geçiyoruz. Her yerde kriz var ama güzelliği gözden kaçırmamalıyız. Örneğin Sanayi313 insanları, yaratıcılığı ve güzelliği kutlamak için bir araya getiriyor. Bu tip girişimlere çok ihtiyacımız var. Almanya’da sanat ve kültür alanında ciddi bütçe kesintileri yapılıyor. Müzeler, tiyatrolar ve bağımsız mekânlar için fonlar azalıyor, sanatçılar zor durumda. Bu kaynakları korumak için mücadele ediyoruz. Yine de Berlin’de sanatçılara düşük kira ile sunulan atölye programları gibi girişimler bana umut veriyor.
Zor zamanlarda bile negatifliğe kapılmayın. Güzelliği arayın, ona tutunun, küçük mutluluk anlarını bulun. Sanat bize odaklanmayı, bağlantı kurmayı ve neyin gerçekten önemli olduğunu hatırlamayı öğretir. Buna her zamankinden daha fazla ihtiyacımız var.
- But all that glitters is not gold
- Videoperformance 2014
- Camera: Güvenç Özgür, Yunus Emre Aydın
- Editing: Branka Pavlovic Sound: Janja Loncar
- Photo: Güvenç Özgür
- Techniciens: Artin Ahoron, Volkan Kaplan, Ali Güvenç Atılgan,
- Costume Design: Nezaket Ekici
- Dresscutter: Belgü Moda Evi
- Filmed at The Tarabya Cultural Academy Istanbul










