ASLI TUNCA
Yüksek tavanları, kavisli el yapımı merdivenleri, mermer, meşe ve Bizans döneminden kalma taşlarıyla aklımda yer edinen dört katlı bina, bahçeye açılan heybetli demir kapısıyla ismi gibi insana ‘Hazz’ veriyor. Aslı Tunca’nın bundan 20 yıl önce tesadüfen keşfettiği yapı, eşiyle beraber gerçekleştirdikleri restorasyon sonrası döneminin antika mobilyalarını ve özel üretim mobilya tasarımlarını ağırlıyor. Varaklı aynalar, İsmail Acar gibi önemli sanatçıların çağdaş portreleri ile süslenen duvarları, uzun zamandır pek çok mutlu organizasyona ev sahipliği yapıyor. Müdavimleri buraya ‘Aslı Tunca Evi’ demekle haksız sayılmazlar çünkü dört odalı bir otele dönüştürülmüş mekanın bir katı Aslı Tunca’nın evi ve ofisi. İstanbul’un merkezinde böyle küçük bir dünyaya sahip olmak paha biçilemez.
Anımsamalar
Aslı Tunca ile sohbetimize başlarken, İstanbul’un bambaşka bir çehresinin olduğu bir zaman dilimine gidiyoruz. ‘‘Küçükken annemle Beyoğlu’na giderken eldiven taktığımızı, annemin şapka taktığını, 18 yaşıma kadar bir yere gittiğimde herkesin birbirini tanıdığını hatırlıyorum.’’ Zarif stili ile bana Fransız kadınlarını anımsatıyor olsa da eski İstanbul’a olan tutku ve özlemini her cümlesinde hissediyorum.
‘‘Annem ihtilal çocuğu olduğumu söylerdi.’’ İhtilal ile hayat, annesini İzmir’den İstanbul’a babasını ise bazı akrabalarıyla beraber Yassıada’ya yönlendirmiş. İstanbul’da annesi ve anneannesi ile beraber büyüyen Aslı Tunca İtalyan lisesinde okumuş. Paris’te moda eğitimi almış.
Kariyerine moda tasarımcılığı ile başlayan Aslı Tunca’nın antikayla buluşması çok küçük yaşlara dayanıyor. Dedesi ve teyzesi koleksiyoner olduğu için çocuk yaşlardan itibaren antika ile iç içe büyümüş olması onu da alımlar yapmaya itmiş. “Hayatıma dahil ettiğim eşyaların yaşanmışlığı, benden önce de sevilmiş olmaları beni hep heyecanlandırdı.” Bugüne kadar bir antika koleksiyonerinden duyduğum en duygu üzerine kurulu anlatımlardan biri.
Aslı Tunca ağırlıklı olarak yurtdışında yaşıyor. Bir süredir Paris’te aldıkları evinin tasarımı ve tadilatı ile ilgileniyor. 1997’den beri ara verdiği moda tasarımına bir çanta koleksiyonu ile geri dönmeye hazırlanırken yakaladık kendisini. Tam da bu sebeple geldiği İstanbul’da ayağını kırdığı için aslında Aralık ayından beri eve kapanmış. Karantinanın başlamasıyla makina gereksinimi olmayan, el işi modeller üzerine çalışmaya başlamış. Yatağının etrafında toplanan bir grup hanımla yaratıcı ve mutlu bir zaman dilimi geçiriyor.
‘‘Başından beri pahalı satmaya inanmıyordum. Daha kalıcı, zamansız, kullanıcının atmaya kıyamayacağı parçalara inanan bir ruhum var.’’ Bu sebeple belli başlı moda markalarıyla çalışma fırsatını hep freelance işler yaparak, kendi yağında kavrularak değerlendirmiş.
‘‘Mesleğimin moda, antikanın ise en büyük hobim olduğu dönemlerdi. Evim için antika arıyordum. Obje ve aksesuar olmasına rağmen iyi kalitede mobilya olmadığını fark etmemle antika işine girdim.’’ Yine Belçika’dan antika ithal ettiği bir dönemde eşi Carl Vercauteren ile tanışmışlar. Aslında birlikte çalışmayı hiç planlamamışlar, birbirine yakın işler yapmaları, heykeltıraş ve mobilya tasarımıyla ilgilenen eşi Carl Vercauteren’ in İstanbul’a taşınmasıyla kendiliğinden gelişmiş. Uzun süre müşterileri için antika tedariki, çağdaş mobilya üretimleri ve iç mimari projeler yapmışlar.
Aslı Tunca ile antikanın ona ne ifade ettiğini konuşurken ne kadar ince ruhlu bir kadın olduğunu bir kez daha anlıyorum. Onun için bir antikaya sahip olmak demek geçmiş sahipleriyle köprü kurmak gibi. Ama bazen alıcı mobilyayı sevmesine rağmen parçanın eski olmasından rahatsızlık duyabiliyor. Ya da sahip olmak istediği mobilya o sırada bir müzede, ulaşılması imkansız bir konumda olabiliyor. ‘‘Bu durumlarda o devirde yaşamış bir usta gibi dönemin özelliklerini taşıyan bir mobilya çizip, dönemin teknikleriyle reprodüksiyon yapma fikri bize itici gelmiyordu’’ diyor ve zamana ait, özgün tasarımlara da yer verdiklerinin altını çiziyor.
Dönüşüm
‘‘Binanın otele dönüşümü, her zaman olduğu gibi içgüdüsel bir histi. Bu projeyi kurgularken; değişik ülkelere gittiğimde oraya özgü, tradisyonel detaylarla karşılaşma isteği yol göstericim oldu. Çin seyahatimde pirinç tarlaları ve ağaç evler görmeyi beklerken sıradan bir ağırlama ile karşılaşınca hayal kırıklığına uğradığımı hatırlıyorum. Aradığım gelenekselliği; karanlık Pekin sokaklarında yürürken Çinli bir sanatçının, evinin kocaman kırmızı kapısının ardında bizi entarisi ile gülümserken karşılamasında buldum. Hazz İstanbul’da insanlara vermek istediğim his tam olarak buydu. Misafirperver ve eski İstanbul’a ait bir ortam. Bir diğer çıkış noktam ise bana yapılmasını istemediğim şeyleri başkasına yapmamak düşüncesiydi. Hiç kimse kalmaya gittiği otelde su, meşrubat ve kahvaltı için bedel ödemek istemiyor. Maliyeti yüksek olmayan hizmetlerden para almasam ne olur diye düşündüm. Bu kararım daha ilk ayında bile çok elit bir çevreyi beraberinde getirdi.’’
Onu dinlerken aklımda aynı soru dans ediyor; birbirine yakın ama farklı birkaç disiplini tanımanın iyi ve kötü tarafları olmalı. ‘‘En kötü tarafı odaklanamamak ve gerçekten kazanç olarak geri dönüşlerini almaya başladığımda başka bir dala sıçramak isteyişim. Ama olsun hayatınız asla monoton olmuyor.’’
Stil iz bırakmalı
Aslı Tunca güzel olan her şeye düşkün. Yapılara, mekanlara, bahçelere, bitkilere, tekstile, mücevhere… ‘‘Yolun sonunda hepsi el ele giden şeyler. Kişinin kendine ait bir tarzı olmalı. O olduktan sonra stilini bir iz gibi sürmeli. Bu duyguyu bir ailenin deposunda bozulmuş, eski eşyaların arasından alım yaparken çok derinden hissettiğimi hatırlıyorum. Kaliteli bir Boulle yatak odası takımı, şahane bir Hint şalı ve tozlu bir çekmecede bulduğum, dünyayı dolaşmış bir pasaport… Beni en çok etkileyen pasaport olmuştu. Araştırmalarım sonucunda bu ailenin hatırı sayılır bir aile olduğunu öğrenmiştim. Geride bıraktıklarından bulduğum o eşyalar zaten ailenin zarafetini anlamama yetmişti. İşte stil bu şekilde iz bırakmalı.”
“Kıymetli bir parçayı görür görmez tanımak için en iyi tavsiye bol bol müze gezmek olabilir” diyen Aslı Tunca, hızlı değişen ve tekrar eden moda döngüsünün içinde değerli parçalarla reprodüksiyonları ayırt etmenin tek yolunun eğitilmiş bir göz olduğunu vurguluyor.
Esinlenmeler
‘‘Önce şu anda hayatta olmayan bir isimden bahsedeceğim, Mariano Fortuny çok etkilendiğim bir isim. Venedik’teki evi, dekorasyonu, mobilyaları, resimleri, objeleri ve ürettiği her şey ile müthiş bir ilham kaynağı. Günümüz için Paris’te komşumuz olan James Thiérrée aklıma geliyor. Yine kendisi gibi sanatçı ailesinin dünyadaki ilk hayvansız sirki yapmış olması bence çok kıymetli. Thiérrée, tadilat süresince bize sık sık uğradı. Evlerimiz birbirine hiç benzemiyor, ikimizde bunun için ziyadesiyle karakterliyiz ama yine de birbirimize sonsuz önerilerimiz var. Sanırım bana yaptığı en büyük iltifat ‘Bir gün evi satmaya karar verirsen lütfen ilk benim haberim olsun’’ demesiydi.
Covid 19 salgını sebebiyle tüm dünya rotasını dijitale çevirmişken çıplak gözle görmediğiniz, dokunamadığınız bir eşyayı internet üzerinden satın alma fikri, Aslı Tunca için tasarım söz konusu olduğunda mümkün olabilir. ‘‘Antikada ise gördüğü tamirlerden ötürü bunu söylemek çok zor olur. Şayet yüksek meblağda bir parça alıyorsanız, görmek ve dokunmak istersiniz.’’
Son olarak bu aralar içimdeki sesin sürekli bana sorduğu soruyu Aslı Tunca’ya yöneltiyorum. Bu süreçten sonra nasıl bir dünyaya uyanırız…‘‘Umarım daha az kirlettiğimiz, diğer canlılara daha çok saygı duyduğumuz bir dünya olur. Tasarım ve sanat adına değerlendirdiğimde, sürekli tüketip yenisini istediğimiz hızlı işlerden vazgeçmemiz gerek. Özellikle moda sektöründe yaz, kış, kapsül gibi mevsime ve konseptlere yönelik koleksiyonlar yapmaktansa hakkıyla üretilen işler yapılmasını dilerim.’’