ECE YÖRENÇ

Ece Yörenç’in babası subay. Çocukluğundan, İstanbul’a dair hatırladığı ilk sahne Erzurum’dan İstanbul’a geri dönüş… Kızıltoprak’ta bir ev almışlar, evin hazır olmasını beklerken Ataköy’de yaşamışlar. Beş yaşından yedi yaşına kadar Amerikan filmlerine benzeyen bir çocukluk yaşamış burada; yeşillikler içinde, steril bir ortamda. Kızıltoprak da keza herkesin iç içe yaşadığı, tüm çocukların beraber sinemaya gittiği, mayolarla bisiklete binip denize girdiği güzel bir mahalle yaşamı.

Çocukluğunda sınıf arkadaşlarına yazdığı mektuplar
Babasının görevi sebebiyle Çorlu’ya gittiği bir dönem, sınıf öğretmenine ve arkadaşlarına mektuplar yazmaya başlıyor. Hurisel Hanım her hafta bu mektupları göz yaşları içinde sınıfa okurmuş.

“12 yaşımda şarküteri ve kasap alışverişi yapmak için Kadıköy Çarşı’sındaki Yalıçiftlik Şarküterisi, Beyaz Fırın, turşucu ve kasaba tek başıma otobüsle gidip dönerdim. Ara sokakları adım gibi bilirdim.” Şimdi hiçbir şeyin devamlılığı olmamasından şikâyet ediyor. Kadıköy Kız Lisesi’nde okuduğu dönemde ise terör olayları, silahlı çatışmalar yüzünden her günleri zorlu geçermiş. “Ben o günlerde anne olsaydım, çıldırırdım herhalde” diyor.

Eşi Caddebostan’da su kayağı yaparken, Ece ise kürek çekerken tanışıyorlar…
Sıra evlilik günlerine geldiğinde, eşiyle nasıl tanıştığını anlatıyor. “Eşimin sürat motoru varmış. Ben de sandalda kürek çekiyordum. Su kayağı yaparak tavladı beni. Yanımızdan geçerken arkadaşımla beni ıslattı. Sonrasında sandala tutundu. Hayatında yaptığı ilk ve son serserilikle beni tavladı.”

Eşiyle beraber karşı tarafta oturuyor hep. “Caddenin çocuğu” olarak tanımlıyor kendini. Şaşkın Bakkal’ın oğlunu tanırmış. “Herkes birbirini tanırdı” diyor. 2007 yılında, oğluyla evleri ayırma kararı alana kadar da Anadolu Yakasında oturuyor. Şimdi ise bir Bebek’li o. Hatta Boğaz’a bakan harika manzaralı evinde yapıyoruz röportajı.

İstanbul’dan alınan ilhamla senaryosu yazılan efsane diziler
Sıra geliyor dizilere… Hepimizin hayatında yer edinmiş bir dizi senaryosu var Ece’nin. Çoğu dizisinde de arka planda İstanbul ve İstanbul’un kültürel güzellikleri.

“Yaptığım her işte İstanbul hep fonda. Hele ki diziler uluslararası boyuta ulaştığından beri, İstanbul konusunda çok daha özenliyim. Gördüğüm renkleri yansıtmak istiyorum. Yabancı bir ülkeye gittiğimde bir lokal gibi gezmeyi tercih ederim. Lokal alışkanlıklarımızı yansıtmaya çalıştım. İstanbul’un balığı, lokumu, badem ezmesi, simidi dizilerimde hep vardır.”

Ece’nin İstanbul Ritüelleri
Bebek Manavı, Santral Şarküteri, Bebek Balıkçısı, Ece Bar Asmalımescit, La Boucherie, La Boom, Ulus 29, Kahraman, Kıyı, Divan Fenerbahçe, Aya İrini Kilisesi, Hamdi Restoran, Tarihi Yarımada…

“İstanbul’un öyle bir sanat zenginliği var ki, bir gün içinde beş farklı İstanbul’u yaşamak mümkün. Hamdi’de yemek yiyip Aya İrini Kilisesinde konsere gittiğimi bilirim.”

Kendi hikayesini yazıyor mu pekiyi?
Yaprak Dökümü sırasında aslında kendi hikayesini yazdığını söylüyor. “Yaprak Dökümünü yazdığım beş buçuk yıl boyunca bir terapide gibiydim. Senaryoda annem, babam, aile masamız, biz varız. Her akşam ne olursa olsun saat 19.00’da oturulan, hepimizin göz göze baktığı o masa var. Aslında şehir hayatında hepimiz Yaprak Dökümünü yaşıyoruz. Kitapta alafrangalaşmadan dolayı yaşanıyordu. Büyük şehrin yaprak dökümü için enstrümanları o kadar çok ki. O aile masasının eksikliğini çok hissettim sonralarda. Oğlumla yaşadığımız dönemde, birbirimizi görmeden geçirdiğimiz günler oluyordu.”