KAPAK HİKÂYESİ

BİR VARMIŞ BİR YOKMUŞ…

Gürbüz Doğan Ekşioğlu ile hikâyemiz böyle masalsı bir girişi hak ediyor. Yıl 2013. Güneşin en tepelerde olduğu bir ağustos günü. Gürbüz Bey’le video röportaj yapmak üzere yoldayım. Heyecanım dorukta.

Moda’daki atölyesinden içeri giriyorum. Gerçek bir sanatçının enerjisi bir başka oluyor. Sıcacık bir karşılama sonrası kendimi rahat hissetmeye başlıyorum ve sohbet sohbeti açıyor. Önce karakterine dair bir şeyler öğrenmek istiyorum. İllüstrasyonlarında en sık kullandığı unsurlar; merdivenler, kahve fincanları, deniz ve kuşların sanatçı için ne ifade ettiğini soruyorum. Alttan gelip yukarı çıkmak Gürbüz Beyi merdiven çizmeye yöneltiyor. Merdivenlerin insan hayatında hiç bitmediğini söylüyor. Kahve fincanları ise babasıyla olan ilişkisinden geliyor. Karşılıklı içtikleri Türk kahveleri ve ardından bakılan fallar. Kişinin anne ve babasından gelen genetik kodlamasının, yetişme şeklinin, içinde yaşadığı ekonomi ve coğrafyanın hayatında çok etkili olduğunu düşünüyor. Deniz ve kuşlar oradan geliyor. Beyaz güvercinler özgür düşünceye olan özlemin ta kendisi onun için. Ordulu sanatçının şikâyetçi olduğu bazı mevzular var; çocukların çocukluklarını yaşayamaması, ağaçların dünyadan yavaş yavaş göçüp gitmesi, insanların yapay değerler peşinde olması. Bu tip konuların son derece akıllıca işlenişi Gürbüz Beyin çizimlerinde hep var.

Üç yaşındaki kızım Alize, Gürbüz Beyin 2019’un aralık ayında Schneidertempel Sanat Merkezinde gerçekleşen Kitap İllüstrasyonları Sergisinde bir çizimini görüyor. Sıra sıra dizilmiş, merdiven formu almış kitaplar. En üst basamakta bir adam, gökyüzüne ulaşmış ve bir yıldız yakalamış, yeryüzünden kendisine doğru uzanan kadına yıldızı fırlatıyor. GEL ZAMAN GİT ZAMAN, bir akşam Alize’yi uyutmadan önce ay dede ile ilgili hayal kuruyoruz. Ailece ay dedeye çıkıp bacaklarımızı oradan yeryüzüne doğru sallandırdığımızı hayal ediyoruz. “Pekiyi” diyor bana, “ay dedeye nasıl çıkacağız?”. Sonra kendi kendine cevap veriyor. “Kitaplardan merdiven yapabiliriz.”

EVVEL ZAMAN İÇİNDE
KALBUR SAMAN İÇİNDE
DEVELER TELLAL İKEN
PİRELER BERBER İKEN
BEN DEDEMİN BEŞİĞİNİ TINGIR MINGIR SALLARKEN…

Belki dedemin değil ama küçük kızım Koza’nın beşiğini sallar iken tüm bu hikâye zihnimde bir ampul yakıyor. Birkaç ay sonra PAPER’ın ikinci sayısını yayımlıyor olacağız. Sanayi313’ün beşinci yılına ithafen yayımlanacak bu sayının kapağı Gürbüz Doğan Ekşioğlu’nun elinden çıksa ne güzel olur. Aklıma New Yorker dergisi için çizdiği çarpıcı kapaklar geliyor. Sanatçının keskin hayal gücü Sanayi313’ü nasıl da güzel anlatır acaba?

Ve Sanayi313’te Gürbüz Bey ile buluşuyoruz. Kahvemizi yudumlarken konu konuyu açıyor. Yeditepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Bölümündeki öğrencilerinden, eşinden ve müzisyen oğlundan, Moda’daki atölyesinden, Kınalıada’daki yazlığından, biraz da benden bahsediyoruz. 313’ü gezmeye başladığımızda ise, insanların gözüne nadiren çarpan detayları yakalıyor. Burayı tam anlamak için birkaç kere gezmenin gerekli olduğunu, adeta bir galeri gibi olduğunu söylüyor. Çok memnun oluyorum. En çok da sanat eserlerine bakıyoruz. Seçkin Pirim’in bir kurşun gibi 313’ün tavanını delen ‘Alışılmadık Anlar Abidesi’ isimli heykelinden tutun da Yunanistan’ın kuytu bir adasında karşımıza çıkan, Vasilis Poulios’a ait ‘My Grandmother’ isimli üç boyutlu gibi gözüken yaşlı surat çizimine dalıp gidiyoruz.

Birkaç hafta sonra Gürbüz Bey’den eskiz çizimler gelince bir tanesi beni benden alıp götürüyor. Tüten bacalar, beyaz dumanlar. Ortadaki baca ise siyah ve beyaz motifli, dumanın çıkacağı yerde kıpkırmızı güller açıyor. Ne hoş bir düşünce ne güzel bir yaklaşım.

Kapak üzerine konuşmak üzere yıllar sonra tekrar Gürbüz Bey’in atölyesinde buluyorum kendimi. Sanayi313’e geldiğinde neler hissettiğini soruyorum. Çizdiği illüstrasyonun orada hissettiklerinin en yalın hali olduğunu söylüyor. Yapılmayanı yapmanın, farklı olmanın üzerinde duruyor. Sanayi313’ün cesaret ve vizyon meselesi olduğunu dile getiriyor. Sanayi313’te tıpkı bir insan vücudunda olduğu gibi; kollar, bacaklar, kafa ve diğer tüm organlarla sağlanan bütünlüğün aynısının yakalandığını düşünüyor. İstanbul’a değer katan, Türkiye’nin gurur duyabileceği bir alan olduğunu söylüyor ve asıl bizi gururlandırıyor. Beş yılın sonunda bunları bir dünya sanatçısından duymak mutluluk veriyor, hem de çok.

“Çölde bir nehir, bataklıkta açan bir çiçek, zıtlık. Çıkış noktam Sanayi kelimesi oldu. Sanayi; bacaları, üretimi, üretimde kullanılan aletleri çağrıştırdı bana. Gül güzelliği, romantikliği, hoşluğu, estetiği anlatıyor. Bacadan duman yerine gül çıkması işte bu sebepten. Sanayi313’ün zeminindeki çapraz siyah beyaz desenlerin bacada yer alması ile tamamen Sanayi313’e ait bir bacanın olduğunu vurgulamak istedim. Ben duygularımla anlatmayı severim. Bunu hissetmeseydim bu resmi yapamazdım zaten. Aşkı hissetmeden aşkı çizemezsiniz.”

SON