SEVAN BIÇAKÇI
Kapalıçarşı’da bir koca çınarİstanbul'u mücevhere sığdıran usta Sevan Bıçakçı, tasarımlarına Suriçi ve Kapalıçarşı'da geçen çocukluk yıllarının derin izlerini taşıyor. Oscar törenlerinde Hollywood yıldızlarının üzerinde parlayan mücevherlere dönüştürecek kadar sevdiği İstanbul'u Bıçakçı'dan dinledik.Fotoğraflar: Gökhan Polat
PAPER Samatya’da doğup büyümüşsünüz. Büyüdüğünüz evi, semti, komşuluk ilişkilerini bize biraz anlatır mısınız?
Sevan Bıçakçı Benim için gerçekten büyük bir şanstı. İstanbul’un tarihi dokusunu hissederek büyümemi sağladı. Evden çıktığımda birkaç adım ötede Yedikule Surları karşımdaydı. Komşularımız arasında Müslümanlar, Ermeniler ve Rumlar vardı. Bu çeşitlilik, hayatı ve olayları anlamaya çalışırken farklı bakış açıları kazanmanın kapısını araladı. Farklı kültürlerin bir arada kaynaşıp dönüşebileceğini bizzat yaşayarak öğrenme fırsatım oldu.
P Kapalıçarşı’da bir kuyumcunun yanında çıraklığa 12 yaşındayken başlamışsınız. O günlerden bahseder misiniz. Kapalıçarşı’da sizi etkileyen şeyler nelerdi?
S.B Samatya’daki ilkokuldan sonra eğitimim pek ilerlemedi ve babam bir zanaat öğrenmem için böyle bir karar aldı. Çırak olarak önce Ohannes Usta ile çalıştım, ardından hayatımı şekillendiren ustam Hovsep Çatak’ın yanına geçtim. Hovsep Usta, sabırlı ve iyi bir öğretmendi. Mesleğin kurallarını ve yaşam bilgisini ondan öğrendim. O yıllarda Çuhacıhan’daki atölyelerde sıkı bir hiyerarşi vardı. Ustalar, kalfalar ve çıraklar, yaş ve kıdeme göre sıralanırdı. Fiziksel şartlar zordu, küçük ve havasız atölyelerde çalışırdık ancak dostluklar her şeyi daha katlanılır kıldı. Çarşı bizim hem oyun alanımız hem de hayat okulumuzdu. Geriye dönüp baktığımda, iyi ki böyle bir yoldan geçmişim diyorum.
P Geleneksele kafa tutan bir mücevher ustası olmaya nasıl karar verdiniz, dönüm noktanız neydi?
S.B Ustalarımın yanında edindiğim teknik bilgi ve becerilerle kendi atölyemi kurmaya karar verdim. Başkaları için modelcilik yaparken, kendi mücevherlerimi üretmeden çabalarımın karşılığını tam alamayacağımı farkettim. Bu da bağımsız olma kararımı şekillendirdi. Ancak süreç zorluydu; ticari olarak neredeyse sıfırı gördüğüm zaman da oldu. O dönemde yüksek enflasyon nedeniyle taklit ürünler yaygındı, esnaf risk almaktan kaçınıyordu ve böyle işler bana hitap etmiyordu. Tam bu noktada, şimdi eşim olan nişanlım Ani’nin maddi ve manevi desteğiyle ticari ürünlerden uzaklaşıp, markamın temelini oluşturan özgün tasarımlara yöneldim. İstanbul, Ayasofya, mimari yapılar ve doğayı yorumlayarak figür oyma tekniğimizi ve özgün yüzük formumuzu geliştirdim. Başkasıyla paylaştığım atölyeden ayrılarak Nuruosmaniye’de yeni bir yer tuttum ve Sevan Bıçakçı markası doğdu.
P Yurt dışına ilk nasıl açıldınız?
S.B Yurt dışına açılmamızda birçok önemli kırılma anı yaşadık. Ancak bu kırılmaların başarıya dönüşmesi ve uluslararası alanda takdir görmemiz, güçlü bir ekip çalışması sayesinde mümkün oldu. Ekibe çok erken katılan Emre Dilaver, markanın Amerika’da ve dünyada tanınması için atılan ilk adımlarda büyük rol oynadı. Kardeşim Penyamin Bıçakçı atölyenin yönetimini üstlenerek üretim sürecini yönlendirdi. Kuzenlerim Herman ve Arman Bıçakçı ise satış alanında önemli katkılarda bulundu. Ayrıca, atölyemizde bizimle çalışan büyük yeteneklerle hayallerimizi tasarımlara dönüştürdük. Aldığımız ödüller, markanın tanınırlığını artırırken doğru yolda ilerlediğimizin birer göstergesi oldu. Özellikle Couture ödülleri, Amerika’daki bilinirliğimizi ciddi anlamda yükseltti. Zamanla bu ödüllerin ve ekip çalışmasının olumlu etkilerini dünyanın farklı coğrafyalarında da hissettik.
P Merkeziniz hala Kapalıçarşı’nın yanında. Zamanla değişen Kapalıçarşı’nın dünü ile bugünü arasındaki farkları söyleyebilir misiniz?
S.B Bölge, yıllar içinde ekonomik gelişmeler, göçler ve yaşam dinamikleriyle bir değişime uğradı. Buna nostaljik bir özlemle yaklaşmayı doğru bulmuyorum. Kapalıçarşı da bu süreçte dönüşüm geçirdi. Eskiden zanaat odaklı bir merkezken, şimdi tatlı ve şekerleme dükkânlarının ön planda olduğu bir yapıya evrildi. Esnafsa ziyaretçilerin tercihlerine uyum sağlamak için bu dönüşümü bir çözüm yolu olarak görüyor.
P “Hagia Sophia” koleksiyonunuzdan da anlaşılabileceği üzere, Kapalıçarşı civarının tarihi ve kültürel dokusuna bağlılığınız eserlerinizde belirgin şekilde görülüyor. Ayasofya’nın koleksiyonunuza yansıyan detaylarını sizden dinleyebilir miyiz?
S.B Aslında bu tasarımlar doğrudan Ayasofya’dan ziyade, Suriçi’nde doğup büyümemin bir yansıması. Çocukluğumdan beri kubbeli mimari, dehlizler, surlar ve tarihi yapılarla kurduğum ilişki, tasarımlarımda kendini gösteriyor. Detaylarsa biraz hayal gücümden, biraz da hayallerimden uyandıktan sonra aklımda kalanlardan oluşuyor. Ayasofya ve çevresinin tarihi ve kültürel dokusunu tasarımlarıma taşıyan şey aslında bu coğrafyada geçen çocukluğumun ve o dönemde oluşan duyusal birikimimin bir yansıması.
P İstanbul’un günümüzdeki hali size hayal kurdurabiliyor mu ve tasarımlarınızı etkiliyor mu?
S.B Evet, kesinlikle. İstanbul’un katman katman üst üste binmiş tarihi dokusu her zaman bir ilham kaynağı olmuştur benim için. Geçmişin izleriyle modern hayatın yan yana duruşu, tasarımlarımda kendiliğinden bir yer buluyor. Zamanla mitoloji, doğa, sanat ve aşk gibi farklı unsurlar da ilham kaynaklarım arasına girdi. Ancak İstanbul’un benzersiz yapısı her zaman çalışmalarımın bir parçası olmaya devam ediyor.
P İstanbul’da hangi camileri, kiliseleri, yapıları görmemizi önerirsiniz?
S.B Kendime böyle bir rol biçmek istemem ancak bir tavsiyede bulunabilirim; eğer yolunuz Suriçi’ne düşerse, etrafınıza dikkatlice bakmanız yeterli. Telefonunuzu cebinizde bırakın ve çevrenizi gözlemleyin. Farkında olmadığınız hazineleri ve yapıları keşfetme şansınız oldukça yüksek. Ya da çok iyi bildiğinizi düşündüğünüz bir yapıyı tekrar ziyaret edin ve onun hakkında yeniden okuyun, geçmişini hatırlayın. Ruhunuzu zenginleştirecek bir deneyim olacaktır. Her şeye rağmen İstanbul’u sevmemek, bu şekilde gerçekten imkânsız.
P Son olarak, bugün İstanbul’da nasıl bir yaşam sürüyorsunuz? Nerelere gitmeyi seviyorsunuz, neler yapıyorsunuz?
S.B İstanbul’da olduğum zamanlar, cumartesi günleri de dahil, genellikle atölyedeyim. Yeni tasarımlar üzerinde çalışmak ya da farklı objeler üretmek, hem öğretici hem de keyif verici bir süreç. Ahşaptan ipeğe kadar farklı malzemelerle çalışıyorum ve bu objelerin üretim süreleri oldukça açık uçlu. Bazen aylar, bazen yıllar sürebiliyor. Bu çalışmalar benim için hem hobi hem de bir tür terapi. Ayrıca bu süreç mücevher tasarımlarıma katacak yeni fikirler ve teknikler öğrenmem için bir araştırma-geliştirme alanı gibi. Her gün yeni bir şey yaratmak ve bunu bir başkasının üzerinde görmek beni hala aynı heyecanla motive ediyor. Doğada, denizde ve dost meclislerinde vakit geçirmeyi seviyorum. Sokakta kolayca bulabileceğiniz lezzetlerden iyi restoranlara kadar, güzel yemeklere her zaman özel bir ilgim oldu. Diyet yapsam da, iyi bir yemeği takdir etmekten asla vazgeçmem. Özel hayatımda dışa dönük bir yapıya sahibim ve insanlarla iletişim kurmayı, hayatı bu şekilde dolu dolu yaşamayı seviyorum.
