“YIKMA, YAKINMA, VAZGEÇME!”

Çengelköy semtinin gürültüsünden ve kalabalığından uzak, ağaçların arasında tarihi bir köşkteyim. Antrede Nedret - Mark Butler ve torunları Nina ile sıcak tanışmamızın ardından Nedret Hanım’la kısa süre önce kabuk değiştiren ve İstanbul’un önemli değerlerinden olan Sumahan hakkında sohbete başlıyoruz.Fotoğraflar Nazli Erdemirel

Nedret ve Mark Butler çiftinin Çengelköy’de adeta saklı kalmış evlerine adım atar atmaz duvarları saran fresklerle büyüleniyorum. Evin en belirgin özelliği Rus bir sanatçının elinden çıkan çiçek motiflerinin resmedildiği duvar freskleri. Geçmişte Osmanlı’nın Viyana Büyükelçisi, Mahmud Nedim Paşa’ya ait olan köşk, Butler ailesi tarafından bugüne kadar olduğu gibi korunmuş. “Muhtemelen Büyükelçi’nin yazlık eviydi.” diyor Nedret Hanım. “Bu ev büyük bir köşkün küçültülmüşü gibi. 1971’de Mark ile Amerika’dan İstanbul’a ilk ziyaretimizde, köşk metruk bir haldeydi. Annemin kardeşimle birlikte burayı renove etmesinin ardından bir dönem hepimiz burada bir arada yaşadık. Köşkün üst katında annem, alt katında kardeşim yaşarken biz de bitişiğinde bulunan evdeydik. Annem akşam yemeklerinden sonra iki evi birbirine bağlayan geçişten bize kahveye gelirdi. Bu yola valide kapısı derdik.” diye anlatıyor bu evle ilgili ilk hatıralarını. Eskiden annesinin yatak odası olarak kullanılan süit bir odaya geçiyoruz. Balkan göçmeni bir aileden gelen Nedret Butler’ ın annesi ilk kadın hakimlerden. Nedret Hanım’ın hayatında her zaman güçlü bir figür, onu zorlayan ve teşvik eden bir karakter olmuş. Nedret Hanım, çocukluğunu yazları Yeşilyurt’taki iki katlı evlerinde, kışlarıysa Aksaray’da geçiriyor. Ortaokula kadar Şişli Terakki’de ardından Üsküdar Amerikan Lisesi’nde yatılı okuyor. Üsküdar Amerikan Lisesi ona İstanbul’ a dair, Bağlarbaşı’nda bulunan fıstık ağaçlarını ve çok sevdiği vapur yolculuklarını hatırlatıyor.

SUMAHAN BİR TUTKUNUN ÜRÜNÜ

Söz Sumahan’a geldiğinde hikayenin Bulgaristan göçmeni dedesi, sanayici Tevfik Cenani Ercan’ın Çengelköy’de 19. yüzyıldan kalma saf alkol imalatı yapan bir fabrikayı satın almasıyla başladığını öğreniyorum. “Hikaye dedemin Çengelköy’deki fabrikayı satın almasıyla başlıyor. Ardından ben 1972’te Minnesota Üniversitesi’nden mezun olurken artık tez projemi gerçeğe dönüştürmek istediğimi biliyorum. Aklımdaki fikir, aile yadigarı bu tarihi eseri restore ederek bir otele dönüştürmek. Sumahan, sabırla geliştirdiğimiz tutku ve idealin bir ürünü.” diyor. 1972’de bir hayalle yola çıktıkları bu meydan okuma, tarihi binanın izinleri ve kamulaştırma süreci ile adım adım ilerliyor, 2005 yılında nihayete eriyor. Otelin ismi projeye anlam katan kelimelerin birleşiminden oluşturuluyor. Suma alkolün meyveden distile edilmiş en saf hali anlamını taşıyor. Nedret Hanım, Suma kelimesiyle tez projesi ‘A Modern Kervansaray in İstanbul’un başlığından ilhamla Han sözcüğünü birleştirerek Sumahan ismine hayat veriyor. Bu hikayenin en eşsiz yanı hiçbir şeyin rastgele olmayışı. Butler ailesinin yaşama gösterdikleri özenin yansımaları Sumahan’ın da her köşesine yansıyor.

DÖNÜŞÜM

Sumahan on the Water’ın yaratım aşamasında semtin izlerinin mekanın atmosferine yansıması, gelen misafirlerin Çengelköy’de olduklarını hissedebilmeleri ve İstanbul Boğazı’nın rahatça seyredilebilmeleri onlar için öncelik oluşturuyor. “Mimari bir projede felsefemiz yeri avantaja çevirmek, yıkmamak, yakınmamak ya da vazgeçmemek. Ama yapıcı olmak. Her ikimizin de mimari kentsel tasarım alanında yüksek lisans geçmişi olmasından ötürü bir binayı her zaman çevresiyle birlikte değerlendiriyoruz. Bina tarihi eser olduğu için dış cepheye hiç müdahale etmedik. Yapının bir kısmı eskiden yapılmış ve eski haliyle kalırken diğer kısmı zaman içerisinde yıkıldı. Bu kısma ait binanın eski resimlerini bulup, binayı resimlere bakarak restitüe ettik. Endüstriyel yapının eski halinde Fransa’dan gelen kirişler korunurken restore ettiğimiz kısımdaki kirişlerin aynısını bulup çelikten yaptırdık. Tüm binayı aynı lisanı ve dokuyu taşıması için özenle ve titizlikle işledik. Otelin spa, oda ve iç mekana ait tüm tasarımlarını iç mimar kızım Yaşa Butler ile beraber yürüttük. Odalarda özellikle sanat eseri kullanmadık. Esas konsept boğazı vurgulayarak mobilya ve iç mekanı geri planda tutmaktı.”

“IT’S BETTER TO HAVE A DREAM THAN NOT TO HAVE A DREAM!”

“Ana caddeden geliyorsun bir kat iniyorsun, bambaşka bir dünyadasın. Sumahan, topografik olarak değerlendirildiğinde kat farkından ötürü şehrin içinde gizli bir tatil beldesi gibiydi. Mimarlıktan mezun olurken hocalarım, ‘Nedret ne zaman bu oteli hayata geçireceksin ve kalmaya geleceğiz?’ dediklerinde uzun bir zaman diliminden bahsetmiştim. Hocamın bana ‘Nedret, it is better to have a dream than not to have a dream.’ dediğini dün gibi hatırlıyorum. 1972’de ilk başladığımızda sadece oteli hayata geçirmeyi hayal ettik. Otel işletmecileriyle ve turizm bakanlarıyla yaptığımız sayısız görüşmeye rağmen hiç kimse projeye yatırım yapmak istemedi. Aradığımızı bulamayınca elimizi taşın altına koyduk. Yapı, Boğaziçi imara bağlı bir tarihi eser olduğu için izinleri alabilmek çok uzun zaman aldı. İşin bu kısmıyla ben ilgileniyordum. Çok zorlu ve o sırada bana acı veren bir süreçti.” diye anımsıyor Nedret Hanım, Sumahan’ın doğum sancılarını.

Mücadeleleriyle eş zamanlı, 1988 senesinde kurulan M&N Butler Architects ile mimarlığa devam çift, Üsküdar Amerikan Lisesi ve Robert Kolej restorasyon projeleri, Kasaba evleri gibi birçok mimari projede yer alıyor.

Butler’ların uzun yıllar süren Sumahan yolculuğunun ardından bina artık Vakko markasına emanet. Bu birlikteliğin de Vakko’nun Nedret Hanım’a ulaşmasıyla gerçekleştiğini öğreniyoruz. “Vakko bize teklifi getirene kadar aklımızda böyle bir düşünce yoktu. Otelin çok değişeceğini tahmin ediyoruz. Mark, bunu daha çabuk kabullendi. Ama Vakko’nun Sumahan’ ın ruhunu koruyacağına inanıyoruz. Beyoğlu Vakko mağazasında Vitali Hakko’nun beyaz önlüğüyle misafirlerini tek tek özenle karşıladığını hatırlıyorum. Biz de Sumahan’ı aynı vizyonla bugünlere getirdik. Bizden sonra bu işi aynı özveriyle devam ettirecek kimsenin olmayışı ve benim yeni projelerim devir kararımızdaki en büyük etkenlerden. Kendimi sorguladığım, doğru mu yapıyorum diye düşündüğüm bir zaman dilimi oldu. Yakın bir dostumuz şöyle dedi, ‘Çok doğru yapıyorsun. Üçüncü kızını çok doğru bir eşe ve iyi bir aileye veriyorsun.’ Küçük kızım Eren de ‘Anne Sumahan bizim kız kardeşimiz.’ derdi. Hakikaten Sumahan, bizim üçüncü çocuğumuz gibi.” diyor.

Böylesine gustolu, iz bırakan bir projenin ardından şimdi ne yapılır? diye soruyorum Nedret Hanım’a. “M&N Butler Architects olarak hiç bir zaman web sitemiz olmadı. Öncelikle arşivimizi oluşturmak istiyoruz. Bir yandan Sumahan hakkında yazmak ve bu yolculuğu kitaba dönüştürmek uzun zamandır ertelediğim bir arzum. Annem her zaman çok zevkli ve renkli bir kadındı. Eskiden terziye gitmek bir kültür ve sosyalleşme aracı olarak görülürdü. Bana bir kez ‘Nedret benim eşyalarımı öyle ulu orta dağıtma.’ dedi. O sırada onun yüzlerce dönem kıyafeti olduğunu bilemedim. Evimizde Hadiye Cangökçe ile bir hafta süren bir fotoğraf çekimiyle anneme ait üç yüz kıyafeti ve aksesuarı bir gün sergileme hayaliyle arşivledik.” diye bahsediyor gelecek projelerinden. Nedret Hanım’ın sohbetimiz esnasında bana gösterdiği Atatürk portreleri, saatler ve dönem kıyafetlerinin ardından annesinin gerçek bir koleksiyoner olduğunu düşünüyorum. “Bir diğer projem de Roma’da Amerikan hükümetinin kurduğu ‘American Academy in Rome’ araştırma ve sanat kurumunun İstanbul’da bir benzerini oluşturmak. Burası sanatçıların, yazarların ve mimarların başvurduğu ve ikamet ettiği, eski bir villaya yerleştirilmiş bir enstitü. İstanbul’da da böyle bir oluşum hayal ediyorum.” diyor. Bense sohbetimizin sonuna doğru konuştuğumuz onca projenin, İstanbul köklerinin ve yaşam gayelerinin Butler ailesinin hayatlarında görünenden çok daha derin bir anlam teşkil ettiğini anlıyorum. İçimde bu asil ve sebatkar iradeye dair tarifsiz bir saygı ve hayranlıkla Butler ailesiyle vedalaşıyorum.