463 YILINDAN BUGÜNE YOLCULUK
İstanbul’un şehir hafızası bu kez de Stoudios Manastırı renovasyon projesiyle tazeleniyor. Uygarlıkların mirasını taşıyan ve inşasının 463 yılında tamamlandığı düşünülen manastır hakkında merak ettiklerimizi renovasyon projesinin de başında bulunan Arkeolog ve Sanat Tarihçisi Murat Sav’dan dinledik.
PAPER Stoudios Kilisesi’nin yolculuğuna geçmeden önce bize restorasyon çalışmalarından bahseder misiniz? Stoudios’un günümüze kadar restore edilmemesinin sebepleri neler?
MURAT SAV Stoudios Kilisesi, 1910’lu yıllarda yaşanan ve çatının önemli kısmının çökmesine neden olan büyük yıkım sonrasında Osmanlı döneminin son yıllarında ne yazık ki ayağa kaldırılmamıştır. Belki de buna fırsat kalmamıştır. Çünkü Balkan, Trablusgarp ve I. Dünya savaşları tam da bu döneme rastlamış; muhtemelen bu sorunlu dönemde yapı gereken ilgiyi görmemişti. Cumhuriyet döneminin başlarında yeni devletin savaş sonrası toparlanma süreci ve kısa süre sonra başlayan II. Dünya Savaşı belki de yapıyla ilgilenilmesini geciktirmiştir. 1944 yılında Bakanlar Kurulu kararıyla müze olarak kullanılması amacıyla dönemin Maarif Vekaleti’ne (Milli Eğitim Bakanlığı’na) bağlanmıştır. İlk müdahale, 1955 yılında gerçekleştirilerek, yapının duvarlarının üst kısımlarında bazı sağlamlaştırmalar yapılmıştır. Ancak genel olarak bir proje ve koruma yapılmamıştır. Ardından 2012 yılında çıkan Bakanlar Kurulu kararıyla da yapı yeniden Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün kullanımına bırakılmıştır.
P Kaynaklar, Stoudios Kilisesi’nin İstanbul’da yer alan en eski dini yapı olduğunu söylüyor. Stoudios, hangi tarihte hangi uygarlık zamanında inşa edilmiş ve kimlere ev sahipliği yapmış?
M.S Stoudios Kilisesi, İstanbul’un Suriçi kesiminde ayakta olmak kaydıyla günümüze ulaşan en eski dini yapı. İnşaatının tamamlandığı 463 yılı baz alındığından aradan geçen 1561 yıl sanırım herkes tarafından önemsenebilir bir durum. Hangi yapı olursa olsun aralıksız yaşaması için pek çok dayanak noktası lazım. En önemlilerinden biri işlevinin süreklilik arz etmesi ve gerekli zamanlarda gerektiği kadar onarılması. Bu yapı da 1204 yılındaki Latin İstilası’na kadar aralıksız olarak Ortodoks kilisesi olarak yaşıyor ama 1261 yılına kadarki 57 yıl boyunca muhtemelen işgalciler tarafından hem yağmalanıyor hem de kendi haline bırakılıyor. İstanbul 1261 yılında geri alınınca onarılıp tekrar eskisi gibi kullanılmaya devam ediyor. Sultan II. Bayezid döneminde, 1480’lerde tekke camisine dönüştürülüyor ve bu haliyle 1940’lara kadar kullanılıyor. Yani aralıksız bir işlev ve onarımlar görüyoruz arada. İşin güzel yanı Bizans döneminde yapının avlusunda bulunan küçük mekânlarda (günümüze ulaşmadı bu mekânlar) keşişler kalırken, Osmanlı döneminde tekkeye dönüştüğünde keşişlerin yerlerini dervişler almış. Yine manastırken, manastıra bağlı yapılarda dini el yazması ve minyatürler üretilirken Osmanlı döneminde bunun yerini hat sanatı almış. Tarihte adı sıklıkla telaffuz edilen bir manastır kompleksi aslında. Adını her ne kadar yaptıran kişi olan Stoudios’tan alsa da kilise, Vaftizci Ioannes Prodromos’a (yol gösterici, önden gelen Yahya) adanmış. İncil’e göre Vaftizci Yahya önce hapsedilmiş, sonra da öldürülmüştür. Vaftizci Yahya’ya ait olduğuna inanılan baş iskeleti, kaburga parçası ve kol kemiği de kilisenin ap’is kısmının önündeki haç planlı kriptada korunmuş. 726 yılında başlayan ve ikonalara tapmanın yasak olduğu dönemde bu manastır tam tersi görüşü benimsemiş ve keşişleri Boğaz’daki manastırlara sürgün edilmiştir. İçinde yaşayan keşişler bir dönem uyumadan sadece ibadet ettiklerinden yapı “Uykusuzlar Manastırı” adıyla da kullanılmıştır. Osmanlı döneminde Osmanlı ve Bizans arasında iyi niyet göstergesi olarak karşılıklı birer prens yer değiştiriyordu. Sultan I.Bayezid’in oğlu Şehzade Kasım’ın Ortodoksluğa geçtiği ve öldüğünde de Stoudios Kilisesi’nin narteksine defnedildiği de söylenmektedir. Yapının en önemli dini tasarımı olması gereken apsis yarım kubbesi ne yazık ki XVIII. Yüzyıldaki deprem ve ardından yangında oldukça zarar görmüş ve yıkılmıştır. Bu bölüm Osmanlılar tarafından önemli ölçüde yeniden örülmüştür.
P Stoudios’un Roma İmparatorluğu mimarisi ve dönemin dini yapı mimarisinin hangi kilit özelliklerini taşıdığından bahsedilebilir?
M.S Bu yapı, XV. yüzyıldan itibaren hazırlanan İstanbul haritalarında gösterilen belli başlı yapılardan olmuştur. Bu nedenle özellikle üst örtü sistemini bu haritaların yanı sıra Bizans ve Osmanlı dönemine ait bazı minyatürlerden takip etmek mümkün oluyor. Manastır için bir nevi yazılı vakfiye belgesi olan “typikon” düzenlenmiştir. Oldukça detaylı olan bu belgede önemli akarlara sahip olduğu da görülüyor. Hatta yapılacak ayinler ve içeriği dahi anlatılmıştır. Kendinden sonra yapılan manastırlar için bu typikon örnek teşkil etmiştir. Benzer bir durum Osmanlı döneminde yaşanmış ve 1504 yılında İmrahor İlyas Bey adına hazırlanan vakfiyesinde çok sayıda akar sayılmaktadır. Stoudios Kilisesi aslında geçmişini Hellenistik dönemden alan ama asıl gelişimi Roma dönemine ait bir basilikadır. Basilikalar Hristiyanlığın resmi olarak kabul gördüğü yüzyıllara kadar İmperator tarafından yaptırılırdı. Zaten adı da buna bir göndermedir. Hristiyanlığın yayılmasıyla birlikte bu devasa yapılar, içine çok sayıda kişiyi toplama özelliğine sahip oluşları, genellikle batı-doğu uzamına sahip olmaları gibi özelliklerinden hareketle kilise olarak kullanıldılar. Böylelikle erken Hristiyanlık döneminin en önemli kilise modellemesi hafızalara giriş yaptı. İşte Stoudios Basilikası da bu erken Hristiyanlık döneminin yapılarından biridir. Fiziksel, görsel, plan ve detaylar itibariyle Roma İmperatorluğu anlayışının devamı mahiyetinde bir yapı. Bu yapı aynı zamanda İstanbul’da günümüze kadar ulaşan ve önemli kısmı ayakta olan özgün bir Roma yapısı özelliğinde. O nedenle koruma yöntemlerinin bu prensibe bağlı olarak geliştirilmesi gerekir.
P Restorasyon projesinin ne kadar sürmesi öngörülüyor? Proje tamamlandıktan sonra Stoudios hangi amaçla hizmet verecek?
M.S İmrahor İlyas Bey Camii adıyla tekke camisine dönüştürülen yapıdaki restorasyon çalışmalarında henüz uygulama süreci tam anlamıyla başlamadı çünkü daha önce hazırlanmış olan projede, yakın süreçte yapılan ve halen devam eden inceleme ve analizlere göre revizyonlar yapılıyor. Proje revize edildikten sonra restorasyon uygulama sürecine başlanması tasarlanıyor. Eski eser bir yapının restorasyon uygulama sürecini kestirmek her zaman mümkün olmayabilir. Zaman içinde karşınıza çıkabilecek sürprizler, yeni analiz ve araştırmalar, kazılardan çıkan detaylar ve bulgular, revize edilen projeler ve uygulamanın hassaslığı gibi nedenler süreçte belirleyici olmakta. Haliyle bence de bu gibi durumlarda işin süresi değil niteliği daha önemli. Restorasyon sonrası yapının vakfiyesine bağlı olarak cami olarak kullanımı öngörülüyor. Ancak daha ziyade müze camii demek belki daha doğru olabilir. Mesela naostaki döşeme mozaiklerinin ziyaretçilerin görebilmeleri için açık olması, Bizans ve Osmanlı döneminden günümüze ulaşan detayların tamamen izlenebilir olması önemli. Bana göre camilik fonksiyonu sembolik bir hale getirilebilir. Yani iç alanın tümüyle cami olarak kullanımı yerine örneğin özgün döşemesi olmayan güney nefi bu fonksiyona ayrılabilir. Döşeme mozaikleri ve diğer detaylar olduğu gibi izlenebilir şekilde bırakılabilir. Böylece oldukça nitelikli bir korumacılık anlayışı ortaya çıkarılabilir. Yapının müzelik özellikleri (fiziksel, sosyal vb.) göz önüne alınarak avlusu da dahil olmak üzere o antik detayları, doğası eşliğinde, kısacası pitoresk bir görünüşle ele alınmalı. Hem Bizans dönemi hem de Osmanlı dönemi detayları tamamen ön plana çıkarılarak ve yeni müdahaleler en aza indirgenerek, geleneksel görünümünün muhafazası sağlanmalı. Unutulmamalıdır ki bu yapı herşeyden önce bir Roma üslubunda ele alınmış bir basilika ve işlevi yalnızca kilise veya cami olmamış, tekke olarak da kullanılmış bir yapıdır.