BEŞ KUBBENİN ALTINDA HAYAT BULAN MİRAS: EMANET

Vuslat'ın “Emanet” adlı kişisel sergisi, bir Anadolu masalına ithafen emanet kavramının farklı tezahürlerini anlatıyor. Ebru Yetişkin küratörlüğünde, 22 Mayıs’ta MSGSÜ Tophane-i Amire Kültür ve Sanat Merkezi’nde kapılarını açan sergi, 30 Temmuz tarihine kadar devam ediyor.Fotoğraflar: Nazlı Erdemirel

18 Haziran 2024| FINDS| PELİN KESTANECİOĞLU

Sıcak bir öğleden sonra, Tophane-i Amire’ nin Beş Kubbe salonunda, Vuslat Doğan Sabancı ile buluştuk. Kendisinin çok sesli bir hafıza kaydı olarak tanımladığı solo sergisini ve bu uğurda derin araştırmalara girdiği emanet kavramını konuştuk. Sergide emanet kavramı, heykel, resim, şiir, ses ve enstalasyonlarla ifade ediliyor. Mekânın yüksek tavanlarına asılmış tuval üzerine soyut serçe çizimleri ve birbirine geçen halkalarla inşa edilmiş devasa bir zincir heykeli tarihi yapının ortasında göze çarpıyor. Eserler, farklı teknik ve biçimlerde üretilmiş de olsalar, tek bir inanca bağlı kökleriyle bir bütünün parçası gibiler.

Paper: Serginin oluşum hikayesinden biraz bahseder misiniz?

Vuslat Doğan Sabancı: Ailem iki taraftan da Gümüşhane, Kelkit bölgesinden. Bu zamana kadar ara sıra gidip gelmek haricinde, bölgeyle fiziksel hiçbir bağım olmadı. Ama bölgenin kültürü, gelenek, görenekleri, değerleri, anıları, masalları ve hafızaları ailemden bana emanet olarak hep benimleydi. Hep daha fazlasını merak ettim. Sanatla iç içe de olunca, insan sanki köklerine inmeden güçlü bir yere demir atamıyor. Köklenme ve demir atma duygusu içimde bir yerlerde hep vardı. İşte bu duygu annemin ve babamın memleketi olan bölgeyi araştırma sürecimi başlattı. Oranın yöre masallarını okurken serçe masalına denk gelince anneannemi anımsadım. Bana anlattığı tek masaldı. Emanet kavramının kültürümüzdeki yerini derinlemesine araştırdım. Sergi, bugün birlikte yaşamanın kuralları nedir sorusuna yanıt arıyor. ‘E-m-n’ kökünden türeyen Emanet kelimesinin farklı dillerde semantik ve fonetik olarak yerleşmiş olduğunu keşfetmem, beni bu kavram etrafında daha da derin bir bağ kurmaya itti.

P: Sergiye adını veren emanet kavramı size ne ifade ediyor ? Eserlerinizde bıraktığı

etkiden ve manasından biraz bahsedebilir misiniz.

VS: Emanet bize verilen bir şeyi veya bize ait olmayan bir şeye, kendimizinmiş gibi,

özenle üzerine titreyerek sahip çıkmak demek. Aslında sahip olmadan sahip çıkmak bir bakıma insan olmanın güzel tarafına ayna tutmak demek. Ebru Yetişkin’ in deyişiyle; ‘Emanet hiçbir karşılık beklemeden gerçekleştirilen bir müşterekleşme pratiğidir.’ Eserler bu kavramı referans alarak izleyiciye emanete sahip çıkmak konusunda bir davet niteliğinde.

P: “Kucaklaşma” adlı eserde, Diyarbakırlı sanatçı Pelda Aytaş’la birlikte çalıştınız. Gerçekleştirdiğiniz bu iş birliğinden ve üretim sürecinden bahsedebilir misiniz.

VS: Kucaklaşma, emanet kelimesinin farklı coğrafyalarda, 9 ayrı dilde ortak anlam taşıyan fonetik birlikteliğini simgeliyor. Diyarbakır ve Gümüşhane’ye kök salmış iki sanatçının ortak çalışması olan bu eser, emanet kelimesinin Aramice-Süryanice, İbranice, Arapça, Farsça, Urduca, Türkçe, Yunanca, Boşnakça ve Kürtçe’ de aldığı anlamı, ses ve yazı biçimlerini yansıtıyor. Günümüzde sadece  Gümüşhane’nin Kelkit bölgesinin halkevlerinde zili kilim dokumak için üretilen yünlerle işlenen Kucaklaşma, bu coğrafyanın zenginliklerini ve çok sesliliğini yansıtıyor.

P: Emanet sergisi ilk kez Baksı Müzesi’nde gerçekleşti. Tophane-i Amire Sanat Merkezi’nde

ikinci sergiyi gerçekleştirme fikri nasıl doğdu? Bir sergiyi kurgularken sizce mekân eserlerin anlatmak istediği hikâyeyi nasıl etkiliyor?

VS: Baksı Müzesi’ndeki sergiye çalışırken Gümüşhane-Bayburt bölgesinin coğrafyasını, taşını, toprağını, madenlerini, bitkilerini, sözlü tarihini ve masallarını inceledim. Emanet kavramına olan ilgim, ilk sergimle başladı ama üzerinde çalışmak istediğim konular henüz tamamlanmadı. Sergiyi başka coğrafyalarda izleyici ile eserleri çoğaltarak buluşturma fikri en başından beri vardı. Kavramın her coğrafyada bıraktığı iz çok farklı. Bu sergide, Baksı Müzesi’ndeki eserlerle birlikte, emanet temasını irdeleyen yeni eserler de sergiliyorum. Serginin Tophane-i Amire’ de olması hayalimdi. Elbette buranın tarihi dokusu gelen çoğu insana köklerini anımsatıyor ve bu zaten istediğim bir durumdu. Ancak mekandan ziyade burada asıl önemli olan eserlerin kendi süreçleri. Nereden gelip nereye gittikleri ve izleyiciyi nereye götürebildikleri.

P: ‘Serçe Masalı’ isimli hafıza kaydında bir ışık yerleştirmeniz ve bir masal koltuğu yer alıyor. Bunların hikayesinden ve çıkış noktalarından bahseder misiniz?

VS: Anneannemin bana anlattığı şekliyle hatırladığım Küçük Serçe masalı, serçeyi yaramaz ve edepsiz gösteren, ‘Bak küçücük serçe neler açtı bütün köy halkının başına’ dedirten bir masaldı. Ancak masalın anlamını incelediğimde ve tekrar yazdığımda, emanet ve ihanet kavramlarını farkına vardım. İnsani olarak biliyoruz ki, bize emanet edilen bir şeye sahip çıkmak, kendi ruhumuzu onurlandırmamız ve değerlerimizi yüceltmemiz için bir fırsat. Ancak, çoğu zaman günlük hayatın telaşı içinde bunu unutuyoruz. Bir yanımız unutmak istemezken diğer yanımız tekrar tekrar unutuyor.