HÜSEYİN ÇAĞLAYAN’IN DÜNYASINA PANAROMİK YOLCULUK
Hüseyin Çağlayan dehasını, 1993’teki “The Tangent Flows” çıkışından bu yana yalnızca podyumda değil, enstalasyonlarda, çektiği filmlerde ve sahne performanslarında paylaşıyor. Sakıp Sabancı Müzesi’ndeki “Souffleur” sergisi devam ederken, yine onu ve vizyonunu konuşuyoruz.
Hüseyin Çağlayan moda çalışmalarında sanatı, performansı, antropolojiyi ve teknolojiyi her daim kullanan, işbirlikleri ve projelerle platformlar üzerinde seyahat eden, kıyafetler aracılığıyla mekan, beden ve tarih arasındaki kültürel bağlarla ilgili bir dünya görüşü ortaya koyabilen az sayıdaki hikaye anlatıcıdan biri. Bize göre o da kendisinden bahsederken tasarımcı veya sanatçı yerine hikaye anlatıcı ifadesini kullanmakta haksız değil. Çünkü o fikirlerle uğraşıyor, hareketi ve dönüşümü araştırıyor.
90’ların başı, Brit Art’ın yükselişe geçtiği, cesur tasarımcıların kendilerine yavaş yavaş yer bulmaya başladığı günler. Central Saint Martins öğrencisi Hüseyin Çağlayan da oksitlenmesi için yeraltına gömdüğü kumaşların, iki aylık gözlem sürecinden sonra birer arzu nesnesine dönüştüğü meşhur mezuniyet çalışması “The Tangent Flows”la moda sahnesine bu yıllarda çıkıyor. Çağlayan, o günden sonra dehası pratiğinde görülen kariyeri boyunca “Coffee Table Skirt” başta olmak üzere bir dizi ikonik an yakaladı. Bir düğmeyle esnetilebilen, hareket edebilen veya gizlenen robotik kıyafetler, ışık ve sesle uyumlu hale getirilmiş kumaşlar, tasarımlarını 3D ekrana dönüştüren giysi serileri, led ve lazer vitrin tasarımları, uzaktan kumandalı tül tabakaları, modellerin stres seviyelerini görselleştiren projektörler, kentsel malzemelerle hazırladığı etnik giyim unsurları… Kısacası Çağlayan, modern teknolojiyi kullanarak, siyasi, kültürel ve insani konulardaki tutumunu tüm gücüyle podyumuna yansıttı.
Modanın sınırları Çağlayan’ın tüm zorlamalarına rağmen yetersiz gelmeye başladığı noktada, 2020 sonbaharında hazır giyim koleksiyonuyla son podyum gösterisini yaptı ve artık hikayelerini sanatın farklı alanlarında anlatmaya koyuldu. Tilda Swinton’ın yer aldığı kısa filmi “The Absent Presence”i 51. Venedik Bienali’nde sergiledi. Lady Gaga için 2011 Grammy Ödülleri’ndeki pleksiglas yumurta performansını tasarladı, 2015’te Sadler’s Wells tiyatrosunda bir dans prodüksiyonu yönetti. 2019 yılında Berlin Uygulamalı Bilimler Üniversitesi’ne sürdürülebilirlik konusunda uzmanlaşarak profesör olarak katıldı. 2022 yılının başında Şangay Power Station of Design Müzesi’nde 130 eserinin yer aldığı ve defalarca tartıştığı ırk, kültür ve göç temalı “Archipelago” isimli retrospektiften kısa bir süre sonra, bu defa kimlik, bedensizlik, metamorfoz, sömürge gibi birçok konuya yeni medya aracılığıyla odaklanan “Souffleur” sergisiyle nihayet Türkiye’ye geldi.
Sakıp Sabancı Müzesi ve Pilevneli ortaklığıyla açılışı yapılan “Hüseyin Çağlayan-Souffleur” sergisi 8 Ocak 2023’e kadar devam edecek. “Souffleur”ün alanına girdiğimizde üç eser serisi bizi karşılıyor. Her parçanın farklı bir voguing* pozu verdiği “Özenme”, folyo, payet, tüy gibi tanıdık malzemelerle dijital izolasyona tepki veren protesto enstalasyonu “Sahte Kutlamalar” ve Güney Amerika dans figürleriyle, Japon ritüel canlandırmalarını birleştiren ve sömürgeleştirilmiş toplumlar üzerine inceleme niteliğinde olan “Sömürgecilik Sonrası Beden”… Ayrıca Sadler’s Wells’te yönettiği dans prodüksiyonundan bir kesit olan “Yerçekimi Yoğunluğu”da, bahsi geçen konulardaki boşlukları doldurarak suflör görevi gören bu özel sergide sanatseverlerle buluşuyor.
Hüseyin Çağlayan’ın 2020’den beri bir koleksiyon hazırlamıyor oluşu elbette modadan uzaklaştığı anlamına gelmiyor. Her ne kadar kıyafetler fikirlerinin ifadesini bir miktar kısıtlasa da, moda onun için hala kültürün önemli bir parçası. Tıpkı aktif tasarımcı kimliği altındayken farklı alanlardaki çalışmalarında gördüğümüz gibi, Çağlayan dehasını yaptığı enstalasyonlarda, çektiği filmlerde, sahne performanslarında görmeye devam edeceğiz.
*Voguing/Vogue, 1960’lar Harlem’inden çıkan, 1980’lerin sonlarında kuir bireylerin kendini ifade edebildiği balo mekanlarında evrimleşen stilize, tavırlı ve modern bir danstır. Adını Vogue dergisindeki mankenlerin verdiği pozlardan alır. Madonna’nın 1990 yılında çıkan “Vogue” parçası ile geniş kitlelere yayılmıştır.