SEINE KIYISINDA BİR GIACOMETTI DURAĞI

Seine Nehri kıyısındaki Invalides tren istasyonu 2026 yılı itibariyle İsviçreli ressam ve heykeltıraş Giacometti’ye adanmış bir müze olarak hizmet vermeye hazırlanıyor.

Savaş sonrası yıllarda Air France’ın genel merkezi olarak bilinen Gare des Invalides istasyonu şimdilerde bir müze olma hazırlığında. Giacometti’nin elinden çıkan 95 tablo, 260 bronz, 550 alçı kalıp ve sayısız gravür ve çizim için alanın 6000 metrekaresinin ayrılması planlanıyor. Aslında bu eserler an itibariyle Giacometti Enstitüsü’nde korunan eserler. Fakat enstitünün sahip olduğu metrekare itibariyle tüm bu parçaları artık koruyamayacak duruma gelmesi de müze projesinin hayata geçirilme sebeplerinden birisi. Kreatif ve sanatçı bir aileden gelen Giacometti, erken yaşlarından itibaren yeteneğini keşfedenlerden. İsviçre asıllı sanatçı 1901 yılında Stampa kentinin Borgonova köyünde doğmuş, sanat eğitimini de Cenevre’de aldıktan sonra Paris’e taşınmış. Sanat camiasında her zaman Paris ekolünden bir avant-garde olarak sınıflandırılan sanatçı yaşamı boyunca sürrealist akımın önemli isimlerinden biri olsa da eserlerini tek bir akıma sığdırmak çok zor. Paris yaşamı, Avrupa seyahatleri boyunca Bizans, Rönesans ve Barok sanatlarına ilgi duyduğu ve Mısır sanatından etkilendiği biliniyor.

Paris yılları

Alberto Giacometti, 1922 yılında Paris’e yerleşti. Rodin’in öğrencisi olan Fransız heykeltıraş Antoine Bourdelle’den yontu dersleri aldı ve onun asistanlığını yaptı. Giacometti’nin Bourdelle’in atölyesinde gerçekleştirdiği ilk dönem yapıtları, o dönem etkilendiği sanatçıların izlerini taşır. Gördüğü şeylerin resmini yapamadığını düşünerek bir süre sonra gerçekçi heykeller yapmakta zorluklar yaşamaya başlayan sanatçı, 1925-29 dönemindeki çalışmalarında gerçekçiliği bir kenara bırakarak soyutlanma üzerine çalıştı. Giacometti, bu dönemde hayal gücü üzerinden çalışmaya başladı. 1927’de 23 metrekarelik ünlü stüdyosuna yerleşti ve burası hayatının vazgeçilmezi haline geldi. Yakın arkadaşı ve yazar Jean Genet, Giocometti’nin atölyesini şu kelimelerle anlatıyor; ‘It was a milky swamp, a seething dump, a genuine ditch. There was plaster all over the floor and all over the face, hair and clothes of the sculptor; there were scraps of paper and lumps of paint on every available surface. And yet, “lo and behold the prodigious, magical powers of fermentation” – as if by magic, art grew from the rubbish;the plaster on the floor leapt up and took on permanence as a standing figure.’

1930’lu yıllarda Giacometti, Andre Breton’un da etkisiyle sürrealist akımdan etkilendi ve gerçeküstücü anlatımla en ilginç yapıtlarından bazılarını ortaya koydu. Joan Miro, Pablo Picasso, Balthus, Max Ernst ile dostluklar kurdu. 1935 yılında stilini değiştirerek yeniden insan modelleri yapmaya başladı. Annesini ve kardeşlerini defalarca model olarak kullandığı bir dizi yontu gerçekleştirdi. Özellikle en yakını olan kardeşi Diego’yu defalarca çizdiği bilinmekte. Bu süreçte yaptığı heykeller gittikçe küçülmeye başladı. Alberto Giacometti, uzun, ince, soyutlanmış figürleriyse 1940’lı yılların ikinci yarısından itibaren üretmeye başladı. Giacometti ayrıca geçimini sağlamak için lamba, vazo gibi dekoratif objeler üretti. Tanınmış iç mimar Jean Michel Frank ile işbirliği yaptı ve daha sonra kendi mobilya parçalarının ve heykellerinin tasarımcısı olacak olan kardeşi, tasarımcı Diego tarafından desteklendi. Kübist ve sürrealist sanatçıyı en çok etkileyen isimler Albrecht Dürer, Rembrandt ve Jan Van Eyck oldu.