ALP İŞMEN
Sevgili Aşk,
Uyandım, aklımdasın. Kahvaltıda unuttum ama çayımı her yudumladığımda tekrar hatırladım, arınırken sıcak suyun altında çıplak olmak getirdi seni aklıma çok öncesinde o masum gecenin. Aklımın bir ucunda sen, diğerinde kokun. Hoşgeldin. Kimdin sen? Hangi çiçektin, koktun? Kendini kokladığındın. Ne yapacağım kendimi, seni bilmiş kendimi?
Omuzlarımdan başlardı sevmeye, omuzlarımdan; sonunda ellerim. Sonunda ellerimdi ağlayan, kokusu özlemlerin. Güzel bir sabaha uyansak.
Pardon, kimdininiz? Bir rüzgarın getirdiği kokuda cisminiz.
Aşk! Sana ihtiyacım var. Hastayım. Ben değil, kalbim. Kalbimi yaşatan senin beynin. Beynim komada. Ölümüm gerçekleşmeden şifa ol nefsime. Nefesin ruhumu sarsın sarmalasın; cismimi bedenin, bedenimi ruhun. Aşk! Sana ihtiyacım var! Sensizlikten doğan boşluğu sen kapladın. Tarihin bir daha göremeyeceği bir işgal bu! Uyuyamıyorum. Aşk! Bana ihtiyacın var.
Boşalt her adımda tek tek, boşalt sancıyı.
Söyle, nasılsın? Akıntıların girdabından azade, sular sakin yüzeyde. Bulutlara doğru yürüyorum.
Ben toprak, katıksız, öz. Hiç can yatmamış, dal düşmemiş, ten bilmemişken emerim tüm varlığı geldiğince senden. Bir gün, yeniden, yarılan göğün öfkesi yatıştığında, kayalar çatlar, kül olur özlemim, mezarında tanrımın. Tanırım, doğan günün aynasındaki çatlak. Ah, kalbimin…
Dolunay bugün. Bir vahşi dokunuşun şefkatiyle, aklı yaşamla bir. Kadim sözün büyüsü der ki, her olan kendi adıyla bağlanır oldurana; sana bulmak düşer onu.
Aşk.
Güzellik, mehtaplı bir gecede, sıcak ellerin ısıtmasıydı serin bir yerlerini ya da tenindi hasretle emen ısımı ve bakışlarımızın diğerini arayışıydı; derinlerinde, denizdeki ışıltısı mehtabın, eşlik edercesine gecemize. Güzeldi. Tadınızda akşam alacası.
Kan körü oldum yok kırmızılarda, sevda bunun neresinde. Hey, sevgi! Demirsiz, mermersiz, temelsiz, mezar duvarlarına sinmiş köklerin yosun tutmaya mecbur klişesinde, yere düşmüş her bir ışıklı halede parıldayan, aşkla dolu gecelerin hayali. Dirilten… Çardağın izin verdiğince, köhnelikten bir adım uzak bilgeliğimle bildim, biriz diye, birimiz hepimiz için masalına bir an için bile olsa inandığımdan, diktim gözlerimi beni geceye gömen güneşe. İçtim, yaladım dudaklarındaki kanı, soğuk, yapışkan, beter beyaz, mermerden bir adi taşa dönüşmüş her bir heykelde, mehtabın gülümsediğini mi gördüm ne!
Yeşil ve kara, kaygan ve neşeli; arkaik korkuların devrimi doğurdu, ormanların meclisinden bir kokuyu: Çürümek candır, yaprakların arasından düşen, toprağa ulaşan her damlası kan ve su ve ağu. Isır beni bembeyaz, nemli ve kaygan bir yılanın süzülüp gittiği, dişleriyle kapkara gecenin ardından, mehtabın gülümsediğini mi gördüm ne!
Yoldan gidilir, yoldan gelinir, kovalanır o yolda aşk, kaçılır da o aynı yoldan, bir an’ın kokusuyla; korkusuyla güzelliklerin: emir verir, dur! Durdurana kadar geçmişin, yoran, yorgun, içi geçmişliğiyle; donar kenarda, kalır sandalların geçişi, kürekler havada. Havasız ev kokusu, canların gizlendiği kaldırım kenarları; dibinde, bir köşede biten otların özlemi; özlem bir bakışta hapis, o beyazlıkta mehtabın gülümsediğini mi gördüm ne!
Uyku. En zorlu nehirlerin akıntısı. Uyanmak da var deltasına, gömülmek de tortusuna düşlerin. Düşe düşmek bu, aynanın arkasında parlayan diğer güneş, mehtap sanırsın; ak delik, beyaz madde. Uyku. Çağırır. Kaç. Biten gençlik değil, umutları yaprağın, dalın, yıkılmış ağaçlardaki yarıktan taşan reçinesi canın. Uyku. Verimli ormanların humusu. Sadece sensindir sanırsın direnen çürümeye. Çürümek candır, eline bulanmış kanın kokusu taşır sana acıyı. Acı uyuttuğunda beyin akar, dağılır, parmaklarının arasından. Avucunda bir miktar kan birikmiştir ve yansır ıhlamur kokulu ay. Ay. Uykundaki varlık. Neyin intikamını gütsen biter yatağında bembeyaz. İhanetin öcü bu. Sarıp sarmalan kefenin uykusu aşk. Uyan! Suya giren sabahlardan um ayılmayı. Bedenin parlasın geceden kalma. Git. Yollar getirsin seni mezarıma. Taşıma dik gözlerini kırpmadan yosun tutmaya başlayasıya, serin izler bıraksın yanağında sevgim. Huzur içinde atsın şakaklarımdaki damar, her dolunayda bir. Hangi asırın çağrısıysa, söz, uyacağım ona. Bekle beni tenindeki en gizli yaradan sızan ağuda. Zehrinin bir zerresiyle uzandım o deltaya. Batık gemilerin, kayıp ülkelerin, yitik canların, zevke kurban ruhların acısı alnımda serin bir esinti. Mezarımdaki gülün kök saldığı özlemin teması bu dokunuş, nefesinden sızan ihtiyaç. Gel, yanımda uzanan, zamanın kefenine sarılıp uyu. Unut. Unutmak, acıdan devşirme efsanelerin kaçışı. Uyumak, diriliş. Gülümsediğini mi gördüm ne!
Gülümseyen bir yüzün ortasında kısık gözleriyle parlayan dişler. Hareketsizliğin dudağıdır konuşan, fosilleşmiş sözcükleri aşkın. Aynamdaki yokluk, ışığımın yitmesinden, iyi bak, ardındaki sır kan. Göreceksin beyninden daha beyaz bir cevher olduğun gerçeğini. Çürümesi yakın kapkara bir an meselesi bu; Mezopotamya, sana dokunmak; toprağın geldiği kaya kadar içten. İki nehir ne zaman kavuşsa yıldırımlarla körfeze, eter kadar uçucu nefsimden geçerken nefesin, dili tutulur şahitlerin: Yer ve Gök, bu iki tanrı da unutursa ancak diğerini, donar kuyudaki kutsal su. Çöl anlar. Asırlar önce karıştı bu bedenler kuma. Kim bilecek hangi tane, toz, parça, zerre, atom kimin. Bu, ben; şu, aşmış dağları sen! Senin ya da benim, ne fark eder ki; doğ kederinden Enkidu, Gılgamışın tükürüğünden. Dağlara doğru bağır! Doğan da doğuran da senden.
Tam yüz yıl oldu dün. Bir asırdır bekliyorum nefesini yeniden doğmak için. Sırf bunun için doruklarından yücelerin tertemiz bir esinti oldum; bir ürperti ensemde. Isındım. Doğurdum.
Uyudum. Uyandım.
Sevilmeyi unutma!
Alp.