ÇETİN CEM YILMAZ

Yolculuğuna 2000'lerde bir blog olarak başlayan müzik ve popüler kültür yayını Çekme Kaset, sonrasında kemikleşmiş kitlesine Blue Jean dergisindeki köşesinden, Rock FM'de sunduğu radyo programından ve Youtube kanalından seslenmişti. Kısa bir süre önce instagram'da yeniden buluştuğumuz Çekme Kaset aka Çetin Cem Yılmaz bizim için hayranlık duyduğu bir grup veya sanatçının konserine katılmanın onda harekete geçirdiği duyguları kaleme aldı. Konser izleyicilerinin kendilerinden bir şeyler bulacağı bu satırlar Matt Berninger'dan, Annie Clark'tan ve Bulutsuzluk Özlemi'nden notalar içeriyor.

Bu mektup, gürültünün, kalabalığın, karanlığın içinde kendini bulmaya yazıldı.

Bu mektup, konserlere, canlı müziğe.

Şehirlere aşk mektubu yazabilenlere gıpta ettim hep. Yaşadığım şehirlere böylesi ait hissetmek, böyle aşık olmayı ben de isterdim çünkü. Mersin’in sıcak, hüzünlü, sıkıntılı, sapsarı günlerine; İstanbul’un ateşine, kavgasına, asla paylaşılamamasına, tansiyonuna veya fazlasıyla iyi ama asla heyecan uyandırmayan sadık arkadaş Toronto’ya bir aşk mektubu yazabilmeyi isterdim. Yaşadığı yere böylesi ait hisseden insanlara bu yüzden çok özendim hep. Mesela Alexander Payne’in Nebraska’sındaki gibi şefkatle bakabilmek bir coğrafyaya ve öyle dolu dolu ait hissetmek. Olmadı hiç. Yaşadığım her yeri sevdim. Ama hiçbir yere tam olarak sığdığımı hissetmedim.

Ama o şehrin içinde ait hissettiğim yerler oldu. Sarı sıcak bir evin içinde, karanlık bir barda, gecenin bir yarısı eve doğru yürürken bazen. Ama en çok bir konserde hissettim bunu. Kurt Cobain’in ‘Işıklar kapandığında her şey daha güvenli’ dediği gibi, o karanlığın, gürültünün içinde evimde hissettim hep. Yüzlerce, binlerce insanla aynı şarkıyı bağırırken, zıplarken, bazen de sadece içime dönüp kendimi keşfederken. Bir konserde açığa çıkan enerji, aynı şarkıların hepimizi iyileştirmesi, çok büyük bir kolektifin parçası olmak bana iyi geliyor. Bazen, mesela Babylon’da Matt Berninger’ın, Salon İKSV’de Annie Clark’ın, Toronto’da Tim Booth’un seyircilerin arasına dalması da aynı duyguyu besliyor. Hepimiz biriz burada. Ortak bir duygu, bir an, bir katarsis paylaşıyoruz hepimiz. Ve bazı konserlerde, hepsinde değil ama, kendim olmanın nasıl bir şey olduğunu hissediyorum. Tüm fazlalıklardan, yüklerden arınıp en içimdeki ben’i buluyorum. Hafifliyorum, ruhum, kalbim, beynim tertemiz oluyor, bembeyaz.

Geçen günlerde Toronto’daki Idles konserinde Joseph Talbot kalabalığa ‘Yalnız değilsiniz! Bunu asla unutmayın yalnız değilsiniz!’ diye haykırıyordu. Ne tuhaf, bundan 25 yıl önce Mersin’de bir Bulutsuzluk Özlemi konserinde Nejat Yavaşoğulları da kalabalığa ‘Bence bizim konserlerimize gelen insanlar çok iyi arkadaş olabilir’ demekteydi. Yalan değil, ben hala hangi şehre gidersem gideyim birlikte şarkı söyleyebildiğim, eğlenebildiğim insanlarla hemşehri hissediyorum, başkasıyla değil.

Tıpkı kendimi de en çok o karanlığın, gürültünün içinde sevdiğim gibi.