DİLAN BOZYEL

Duvarlarına Aşık Olduğum Şehre,
Gemmayzeh Caddesi’nin köşesindeki antikacıyı daha kaç kez rüyamda göreceğim, bilemiyorum. Belki de bu işte bir terslik vardır;
insan rüyasında doğup büyüdüğü şehri görmez mi yaş aldıkça? İki-bin-dokuz senesinde tanıştım seninle. Berbat bir türbülans eşliğinde geçen yolculuk etkisiydi belki bu bende oluşan aşk; bir sendromdu belki de. Hayatta her şey bir çeşit sendrom değil mi zaten? Sonra defalarca, hayattaki ve gökyüzündeki türbülansları umursamadan kavuştum sana. Duvarlarına dokundum, duvarlarını öptüm. Bir kadın olarak, yaşlandıkça genişleyen gözeneklerimi sıkılaştırmak için asgari ücretin beş katı yatırım yapabilecekken neden delik deşik duvarlarına hayran kalınır bir şehrin?

Gecenin bir yarısı, seksenlerden kalma; çatılarında beyaz çamaşırların asıldığı Ermeni Mahallesi’nde şarkılar mırıldanarak yürüdüm defalarca. Fransızcana, Arapçana ve hatta tüm geçmişine nasıl bu kadar vurulabildiğimi tek bir kelime açıklayabilir. Yüzyılların bilinmez ve bir o kadar vazgeçilmez denklemi; aşk. Bir süredir sokaklarında çektiğim siyah beyaz fotoğraflarına dönüp dönüp bakıyorum, sokak diplerinde yere oturup siyah kaplı defterlerime yazdığım notları karıştırıyorum. Hangi akla hizmet, nasıl bir cesaret bilmiyorum; senin için bir kitap yazıyorum ben bugünlerde.

İç savaşının izlerini bu denli sahiplenen insanlarından, delik deşik duvarlarından, her mahallendeki yıkık binalarından aklımı alamıyorum. İnsanoğlu, hangi şehirde yaşayacağını nasıl seçer bilmiyorum. Ama illa görüp seçtiği bir şehri özler durur mütemadiyen. Dünya’yı Güneş gibi dolaşır yine döner durur; o özlediği şehre varır.

Senin topraklarında daha ne kadar zaman geçireceğimi bilmeden topluyorum her seferinde bavulumu heyecanla.

Vardığım anda, duyduğum ilk kilise çanı ve beraberindeki ezan sesinin harmanıyla hayata bir kez daha geliyorum sanki. Yakın dostlarımın bile düğünlerinden kaçarken, ritimli müziklerde masa altına saklanırken; rastgele bir lokantada oynak bir Arapça şarkısına omuzlarımla eşlik etmek için koşarak sokaklarına çıkıyorum. Evimin, atölyemin ve kedimin olduğu İstanbul’un aksine; geceler boyu sabahı ertelemeye, gün aydınlanınca yatağımın içine saklanmaya çalışırken Beyoğlu sınırlarında, bir başka şehirde; senin kollarında coşkulu bir ilham nasıl oluyor da damarlarımdan fışkırıyor, aşktan başka bir anlam bulamıyorum yine.

Bu bir itiraf değil, düpedüz bir gerçek; Beyrut, sana aşığım.