HANDE OYNAR
Sevgili New York,
Sana âşık olduğumu yüzümdeki o aptal gülümsemeyi durduramadığımda anladım.
Tanışalı sadece birkaç gün olmuştu ve ben bitmeyen ‘jetlag’ hali ve adrenalin salgımın etkisiyle pek de bir şey yiyip içemeden bütün gün sokaklarında dolanıyordum. Şiirden başka anlatımı olmayan günbatımların, farklı bir tondaki gök mavin ve yalnızca film ve kitaplara referans verebildiğim karakterlerle dolu karelerin başımı döndürüyordu.
Senin de bana karşı boş olmadığını, hiç tanımadığım biri yanımdan geçerken bana sarı bir gül verdiğinde anladım. Kalabalık meydanlarından birinde yaya geçidinden geçiyordum ve genç bir kız beni durdurup elindeki çiçeği bana hediye etmek istediğini söyledi. Gülümseyerek gülü bana doğru uzattı ve sakince arkasını dönüp uzaklaştı.
Başka bir gün çok sevdiğim, eski püskü kafelerinden birinde, bu sefer genç bir adam, bilgisayarını kapatıp çıkarken üzerinde sadece “Gözlerimi senden alamıyorum. Çok güzelsin.” yazılı olan bir peçete bıraktığında bu işin ciddileştiğini fark ettim.
Bir keresinde, ilişkimiz boyunca defalarca tekrarlanacağını henüz bilmediğim taşınma fasıllarının ilkinde, devasa eşyalarla apartman kapısının önünde, bana yardımcı olabilecek hiçbir tanıdığımın olmadığını çaresizce fark ettiğim anda bana doğru koşan takkeli Yahudi Hızır’ın neşeli selamıyla irkildim. Din eğitimi alan bu üniversite öğrencisi belli ki bu sabah birine iyilik yapmak için evden çıkmıştı. O vıcık vıcık Ağustos gününde tüm eşyalarımı yukarı taşıdı ve teklif ettiğim bir bardak suyu bile kibarca reddetti. O zaman anladım ki, birini sevdiğinde onu tam istediği gibi desteklemeyi de biliyorsun.
Aynı gün bir arkadaşımın, şehrin başka bir meydanında kalabalıklara karışmış yürürken akli dengesi yerinde olmadığı bariz birinden koluna anlamsız bir yumruk yediğini öğrendim. O şimdi senin sınırların içinde yaşamıyor. Ülkesine geri döndü, iki çocuğu ve mutlu bir evliliği var.
Sen ağına kimi, ne zaman, nasıl düşüreceğini çok iyi biliyorsun. Yalnızlığı sevenler, hayal düşkünleri, bir şeyden kaçanlar, bir şeylerden kaçtığını bile unutanlar, hedeflerini gökdelenlerinin tepelerine koyanlar, özgürlük hissine bağımlılık geliştirenler, tüm garipliklerine bir kabul alanı ve en az beş eşlikçi bulabildiklerini keşfedenler, kaşığı kırılsa da pilavdan geri dönemeyenler, yeteneğine çok güvenenler, her türlü yeteneğe yakın olmak isteyenler… Hop, bir köşende birbirine uzaktan hayran iki kişinin yollarını kesiştiriyorsun, diğer bir köşende ilhama ihtiyacı olan birinin duyması gereken müziği dinletiyorsun.
Benim de aklımı böyle çeldin: Aklımda ne soru varsa cevabı içeren bir kitabı yere usulca bırakarak… Neden çekiniyorsam onun üzerine gitmem için beni doğru insanlarla en olmadık yerlerde tanıştırarak… “Tamam, bu kadarı yetti. Artık gücüm kalmadı” dediğim anlarda muzip bir gülücükle harika bir hediye yollayarak…
İlk senelerde kısa görüşmelerimiz çok daha ateşliydi tabii. Doğru düzgün uyumadan her anımı seninle geçirmeye çalışıyordum. Birkaç sene önce sana taşınınca dengeler biraz değişti. Artık birbirimizin her yüzünü gördük, birbirimize söylemememiz gereken her şeyi bağıra çağıra söyledik. Ben her fırsatta uzaklaşmaya, daha sık seyahat etmeye ve daha çok susmaya başladım. Sen kalbimi kıracak birilerini karşıma çıkarmayı uygun gördün. En sevdiğim mekanlarını fahiş demenin bile yetersiz kaldığı kiralarına kurban verdin. Günlerce yağmur yağdırdın, evime fareler gönderdin, şimdi de olağanüstü hâl ilan ettin.
Evet, halimizde gerçekten de bir olağanüstülük var. Ve ben seni gerçekten seviyorum.
Hande Oynar