TAŞIN ZAMANINA VE ZAMANIN RUHUNA BIR YOLCULUK

Dou Print Stüdyo’nun bu yıl ikincisini düzenlediği Türkiye’de Litografi Günleri kapsamında, Ankara’da açılan “Denizden Çıkan Taşlar” sergisi ilhamını en saf haliyle taş anlamına gelen lithos [λıθος] kelimesinden alıyor. Bundan yüz elli milyon yıl önce suyun derinliklerinde olan ve sadece dünyadaki bazı mağaralardan, taş ocaklarından çıkartılan, yeryüzünün zamanını tutan kireç taşları Ela Atakan Küratörlüğünde, Master Printer Doğu Gündoğdu rehberliğinde ve birbirinden özel sekiz sanatçı eşliğinde bizi zamanda bir yolculuğa davet ediyor. Ela ile kuyunun dibindeki taşlardan, zamanın ruhundan, ruha iyi gelen insanlardan ve 30 Aralık’a kadar gezilebilecek sergiden konuştuk.

Sen litografi ile nasıl tanıştın ve büyülendin?

 

Benim sanat maceramın en başında yer alan Sophie Calle bir gün ikimiz de Paris’teyken beni aradı; bir atölye ziyaretine gideceğini, benim de görmem gerektiğini ve beş dakika içerisinde Montparnasse’a gelmemi söyledi. Kapıdan koşarak çıkıp dünyadaki en büyük ve bilinen litografi atölyelerinden biri olan İdem Paris’in kapısından girene kadar başıma neler geleceğinden habersizdim. Matisse’den Picasso’ya, Kentridge’den David Linch’e dünyaca ünlü sanatçıların litografilerini yapan İdem’in sahibi Patrice beni atölyede gezdirdi. Taşlar, zamansızlıkları, teknik, süreç… her birinden büyülenmiş bir şekilde İstanbul’a döndüm ve o dönem “Bir Anlık Yokluk” sergisi için birlikte çalıştığım Burçak Bingöl’e İdem’i anlattım. Burçak da bana Ankara’daki litografi atölyesi Dou Print Studio’dan ve kurucuları Doğu ile Naz’dan bahsetti. Doğu, Patrice’in yanında staj yapmış, 1891 yılından kalma bir litografi makinasını Hollanda’dan Ankara’ya taşımış litografi tutkunu bir master printer. Bana yüz elli milyon yıllık taşlardan, onların seslerini nasıl dinlediğinden, taşı kumla silmekten bahsetti. Bu tutkuyla kuyuya attığı taşı bize gösterdi. Biz de bir delinin ardından taşlara tutunduk. Hikayelerine inandık ve ruhu bu hikayeleri anlayacak insanları o kuyunun etrafında topladık.

Litografi tekniğinden bize kısaca bahseder misin?

1796 yılında Almanya’da Alois Senefelder’in Solnhofen jeolojik yapısından gelen özel bir kireç taşını mürekkeple buluşturmasıyla icat ettiği litografi tekniği, 19. yüzyılın başında baskı sanatında devrim yaratan bir teknik. Sanatçı, master printer’ın kılavuzluğunda taş ile buluşuyor. Bu süreç çizimin asitlenmesi, üstü örtülerek bekletilmesi ve suyu emen taşın üzerinde boya verilerek basılmasından oluşuyor. Her yeni işte, taş, denizden çıkan kum ya da kuartz taşıyla siliniyor ve bir sonraki sanatçıya pürüzsüz bir şekilde hazır hale getiriliyor. Her sanatçı aslında taşta kalıcı bir iz bırakmadığının farkında olarak, taşı ondan çok daha iyi tanıyan master printer’ın rehberliğinde deneme yanılma ile yola devam ediyor. Her taşın kendi karakteri olduğu gibi üzerinde yapılan her müdahaleye verdiği farklı bir tepki var. Mevsimsel sıcaklıklarla bile taşın tepkileri değişiyor. Sürekli olarak keşfettiğiniz ve büyülendiğiniz bir yolculuk bu. Günümüzdeki bütün üretim şekilleri ve hızının tam tersi bir teknik.

Master Printer kimdir? Ne yapar?

Master Printer üzerinde çalışılan taşları en iyi tanıyan insan. Bir çevirmen, bir rehber gibi düşünebilirsiniz. Taşı sanatçıya, sanatçıyı taşa anlatıyor. Her master printer’ın atölyesindeki taşlarda kullandığı farklı teknikler var. Bu süreç boyunca biz Doğu’nun tuttuğu taş günlüklerine şahit olduk mesela. Mürekkebin merdane ile taşın üzerine sürülürken çıkardığı sesi dikkatle dinleyişine, o sesin inceliklerini deşifre etmesi sayesinde her baskıyı birbirine aynı çıkarma yeteneğine hayran kaldık. Her farklı sanatçının işinin kusursuz çıkması için süreç boyunca birbirinden farklı teknikler geliştirmesini izledik. Sanatçıları kendi atölyeleri olmayan bir ortamda nasıl rahat ettirdiğini, onlara nasıl yol gösterdiğini, yer açtığını deneyimledik. Dünyada da tüm litografi atölyeleri işbirlikçi atölyeler olarak çalışıyor. Her biri diğerine yardım ediyor, bir taş bulunduğunda ya da el değiştireceği zaman atölyeler arası iletişim kuruluyor. Yaşadığımız zamanda çok alışık olmadığımız bir çalışma ve dayanışma şekli…

Nasıl anlattınız taşın hikayesini?

“Yeryüzünün Zamanı” kitabını okumuştum. Dünyanın zamanına başka türlü bakan, taşın katmanlarına ve dünyanın yaşının hesaplanmasına dair bir kitap. Doğu’nun litografiye yaklaşımını dinledikten sonra ikincisi düzenlenecek “Litografi Günleri’ne bir sergi hazırlarken taştan daha uzağa gitmenin gereği olmadığını düşündüm. Lithos kelimesi kökünün en derininde Antik Yunanca’da denizden çıkan taş demek. Dünyanın sadece belirli bölgelerindeki taş ocaklarından çıkan ve çok nadir bulunan yüz elli milyon yıllık kireç taşlarını birazcık temizleyip sanatçının önüne koyuyorsunuz. Sanatçıyı hükmedemeyeceği müthiş organik bir malzeme ile ve o malzemeyi anlayan bir master printer ile baş başa bırakıyorsunuz. Ben de bu sergi için aslında serginin tam kalbinde oturan iki ana konuyu taşın hikayesini ve zamanı yorumlayabilecek ve litografiye yakın olan sanatçılar seçtim. Ahmet Doğu İpek, Alessandro Rizzi, Cora Texier, Bartłomiej Chwilczyński, Burcu Yağcıoğlu, Nermin Er, Selim Birsel ve Sibel Horada Haziran- Kasım ayları arasında, Dou Print Studio’ya ziyaretler gerçekleştirdiler. Atölyenin kurucusu ve master printer’ı Doğu Gündoğdu ile kendi üretimlerinden yola çıkarak, taşın geçmişine, sudaki derinliğine, fosillere, başkalaşmış hallerine, çağrışımlarına, durağanlığına, yakından ve çok uzaktan bakarak zamandışılığın içerisinde yeni işler ürettiler. Herkesin kendi hikayesini ve kendi pratiğini taşın hikayesine ve zamanına nasıl aktarabiliriz diye düşündük.

Bu süreçte beklenmedik çok şey geliştiğine eminim. Bunlardan seni etkileyen bir hikaye anlatabilir misin?

Çok fazla hikaye var bu süreç boyunca biriktirdiğimiz ancak bu sergi bana asıl küratörün taş olduğunu gösterdi ve karşılıklı güvenle sabretmeyi öğretti. O kadar sınırları ve çerçevesi olan kadim bir malzeme ile çalışıyorsunuz ki zamanla bir tercüman, bir kılavuz olmayı öğreniyorsunuz.

Ben de o kadar çerçevenin içerisinde sanatçıyı mümkün olabildiğince özgür bırakmaya çalıştım. Tüm sanatçıları Doğu ile atölyeye girdikleri ikinci gün itibariyle baş başa bıraktım. Demlene demlene tüm hikaye çok basit bir noktaya evrildi. Bütün işler de son hallerinde birbirleriyle harika bir dialog yarattılar. 1800’lerde kullanılan bir baskı yöntemini 2023 yılında tekrardan ele almak ve aynı derinliği, tadı alabilme cesaretini göstermek ve zamanı yavaşlatmak çok heyecanlıydı. Litografinin kaybolmadığını, onu geri çağırıp bugünkü dil ile yeniden yorumlayabildiğimizi gördük. Birbirimize güvenmeyi öğrendik. Yeni bir dil konuşmayı öğrendik.

Selim stüdyoya girmeden bir gün önce taştan bir fosil çıktı. Doğu’nun saatlerce taşı taşla silerek grenlemesi gerekti mesela. Burcu’nun çizim süreci çok uzun olduğu için tek boş ayımız olan Ağustos ayında geldi atölyeye. Ağustos çok sıcak bir ay ve taş ısınınca mürekkebi tutmuyor. Burcu her sabah 7’de atölyeye girdi. Doğu her gün taşı ısınmaması için buzla ovdu.

Serginin metni “Her şey değişir, hiçbir şey yok olmaz.” cümlesiyle açılıyor. Ela ile sohbet ederek geçirdiğimiz bir buçuk saat boyunca sürekli olarak doğanın, insanların hatta taşların zaman içinde nasıl değişip öğrendiğinden dem vuruyoruz. Serginin kurulduğu mekan Ka Görsel ve Kültür Sanatların bir galeriden çok konserlere ve söyleşilere ev sahipliği yapan bir düşünce yerine benzemesi, sergiden önce tüm sanatçıları öğrenciler ve meraklılarla buluşturan open studio günlerinin düzenlenmesi de tüm bu öğrenme süreciyle uyum içerisinde. Ela da her ne kadar “bu serginin küratörü taştı” dese de taşın hikayesini kalbinde taşıyan sanatçılarla yüz elli milyon yıl öncesinin sesini duyan tutkulu bir master printer’ı ustaca yan yana getiren özel bir küratör. Kadim malzemelere hak ettikleri değeri vererek, 1700’lerden kalan bir tekniği şimdinin alfabesiyle yeniden yazan ve Ankara’da zamanı kıran bu sergi tüm ziyaretçilerini kendi zamanlarının keşfine davet ediyor.

Sergi ve bağlantılı etkinlikler için dou.printstudio Instagram hesabını takip edebilirsiniz.