ZAMANLARIN VE STİLLERİN ÖTESİNDEN: FATOŞ YALIN

Türkiye’ye yabancı kadın dergilerin ve bizim şimdi bildiğimiz haliyle moda konseptinin ilk geldiği yıllarda sektöre adımını dönemin ilk moda editörlerinden biri olarak atmış bir kadın. Zamansızlık tanımını cesaret kelimesinden ayırmıyor. Efsane denilebilecek bir kariyere imza atsa da hayatı da kendimizi de çok ciddiye almadan yaşamamız gerektiğine inanıyor. Modanın altın çağını da kapsayan 25 seneyi aşan dergicilik kariyerini, 90’ların İstanbul’unu ve ikinci şubesini Atina’da açtığı mağazası FEY’i Fatoş Yalın’dan dinledik.Fotoğraf Nazlı Erdemirel

9 Ara 2025| FINDS| DENİZ BULUTSUZ

PAPER Moda sektöründe 35 yılı aşkın kariyer yolculuğunuzu sizden dinleyerek başlamak çok isterim.

FATOŞ YALIN 80’ler döneminde İstanbul Üniversitesi’ni kazanmıştım ancak ülkedeki olaylar nedeniyle okula başlayamadım. O sıralarda Fransızcamı ilerletmek için Club Med’de çalışıyordum ve beraberinde iş aramaya başladım. Vizon dergisinde bir iş buldum. Defile organizasyonları, dergi reklamları, moda çekimleri gibi pek çok farklı pozisyonda görev aldım. Vizon’un ardından Yargıcı’ya geçtim ve Nişantaşı’nda mağaza yöneticisi olarak iki sene çalıştım. Ömrüm boyunca dergi incelemek ve farklı temalardaki dergilere bakmak çok hoşuma gitmiştir. 89 senesinde Marie Claire’in Türkiye’ye geldiğini öğrendim. İlk sayıyı heyecanla aldığımı ve aynı Fransız Marie Claire’e benzediği için büyük mutluluk duyduğumu hatırlıyorum. Üç ay sonra dergiden moda editörü arıyoruz telefonu geldi. Böylece Türkiye’nin ilk moda editörü olarak işe başladım ve 10 yıl moda editörlüğü yaptım. Daha sonra sekiz yıla yakın derginin moda direktörü olarak çalıştım. Sürekli çok hızlı ilerleyen ve satış üzerine kurulu bir sektörde çalışmaya biraz ara vermek için bir buçuk sene kadar mola verdim. Satılmayacak bir şeyler yapmak istiyordum. Bu sırada yakın bir arkadaşımızın şirketi için freelance çalışarak Biz adında bir dergide 10 sayı yayınladım. Ardından yine Ciner grubundan gelen bir telefonla Marie Claire de dahil olmak üzere yayın grubunun birkaç dergisinin başına geçtim ve 2012 yılında tümüyle dergilerden ayrıldım.

P Türkiye’ye moda dergilerinin ilk geldiği 80’lerin ortasında başlayan ve 25 yıl süren bir dergicilik kariyeriniz var. Nasıl bir deneyimdi dergicilik?

FY Türkiye’ye ilk gelen lisanslı moda dergilerinden birinde dört ay sonra çalışmaya başladım. İlk zamanlar çok zordu. Bilgisayar bile yoktu sayfaları çizip görmek için. Çizilenleri duvarlarda büyütüp küçültüp agrandisörlerle çalışıyorduk. Bir iki sene sonra girdi hayatımıza bilgisayarlar ve işimiz tasarım olarak kolaylaştı. Ancak fotoğrafçı, makyaj sanatçısı ya da manken bulmak da oldukça zordu. 90’ların başı dünyada da tüm tasarımcıların isimlerini yeni yeni duyurup ünlü olmaya başladığı zamandı. Defilelere girmek için insanların yarıştığı, top modellerin hayatımıza girdiği ve moda dergilerinin globalleşip dünyaya yayıldığı bir dönem. Sektördeki herkes inanılmaz heyecan doluydu ve çok fazla keşif alanımız vardı. Türkiye’de çekim yapmak için dergiden bütçe bulmanın zor olduğunu bildiğimiz için biz de sponsorluklarla moda çekimi yaparak çok fazla ülke gezdik ve çevremizden ilham almayı başardık. Çok hızlı büyüyen ve ünlenen bir sektörün içinde olduğumuz için çekim süresince konaklamak üzere aradığımız en lüks oteller bizi kapılarda karşılıyor, adımıza partiler düzenleniyordu. Senelerce benim içime çok sinen çekimler yaparak çok güzel mesajlar verdiğimizi düşünüyorum. Fakat Türkiye’de basın yayın daha çok televizyon ve gazeteye önem verdiği için, dergicilik benim başladığım dönemdeki değerini ve sesini yitirmeye başladı. Estetik odaklı olmaktan tamamen kâr odaklı olmaya geçildi. Dijitalleşmeyle birlikte içerikler gerçekten farklılaşmaya başlayınca insanlar da dergilerde kendilerini bulmakta zorlanmaya ve basılı yayınlardan uzaklaşmaya başladılar.

P Dergiciliğe başladığınız yıllarda İstanbul günlük hayatında kadınların stili nasıldı, neler modaydı?

FY O zaman daha naif bir tarz vardı. İnsanlar kendi kendilerine bir şey yapmaya çalışıyorlardı stillerinde. Çünkü şimdiki kadar çok marka yoktu ve yaratıcılık gerekliydi. Beyoğlu’nda ihracat artığı satan gizli mağazalar, Fatih’te Horhor’a giden yokuşta Nicole Catulle diye harika trikoları olan bir hanımefendi vardı. Yanında vintage paltolar satan bir dükkân da hatırlıyorum. Mudo’dan kadife pantolon alırdık. Yargıcı hayatımıza girdiğinde çok heyecanlanmıştık. O dönemin imkân konusunda daha eksik ama stil konusunda daha zengin olduğunu düşünüyorum.

P Basılı yayınlar sizce hala bir estetik yansıtıyor mu yoksa artık nostaljik bir ritüel mi oldular?

FY Bilmiyorum yanılıyor muyum ama bana moda fotoğrafları eski gerçek hallerine dönüyorlar gibi geliyor. Moda fotoğrafçıları bazen film kullanarak eski yöntemlerle çekimler yapıyorlar. Umarım doğru hissetmişimdir, benim için bu büyük bir gelişme çünkü. Siber ortamdan fırlamış, üzerlerinde çok oynanmış mankenleri ve o fotoğrafları hiç anlamlı bulmuyorum.

P FEY macerasından biraz bahseder misiniz?

FY 25 sene sonunda çok güzel şeyler yapmıştım ve sektöre daha fazla verecek bir şeyim kalmadığını hissedip “Artık kendi işimi yapmak istiyorum.” diyerek 14 sene önce ayrıldım. Bir gün Nişantaşı’nda bir öğle yemeğinden çıkıp Mim Kemal Öke Caddesi’nde yürürken gizli saklı kiralık bir dükkân gördüm. Henüz işten ayrılmamıştım ancak ne yapmak istediğimi kafamda çok net belirlemiş olmalıyım ki, görür görmez dükkânı kiraladım. FEY burada bir mağaza değil bir mekân, gelip zaman geçirebileceğiniz bir yer hissiyle başladı. Bir şeyler satmak değil zevkli objeler sergilemek istiyordum. Konfeksiyon üretimi bilmediğim bir işti ancak zamanla öğrendim. FEY’de kendi tasarımımız olan her şey Türkiye’de üretiliyor. Ürünler hiçbir zaman indirime girmiyor. Dolayısıyla bizi takip eden insanlar az, öz ve kaliteli ürünlere ulaşabileceklerini biliyorlar.

P FEY bir marka olmanın ötesinde bir yaşam tarzı öneriyor. Bu yaşam tarzını nasıl tanımlarsınız?

FY FEY, eski İngilizce’de “kendine has, bu dünyanın dışından” demek. Mağazaya isim ararken izlediğim bir videoda John F. Kennedy’nin Jackie O’dan “She is Fey!” diye bahsettiğini duydum. Hafif masalsı hareketleri ve alışkanlıkları olan bir kadın olarak tanımlıyordu onu. O dönem Yunanca şiirler tercüme ederken bir yandan da Oscar de la Renta tuvaletlerle gezen bir first lady Jackie O. Benim kafamdaki konsepte de çok güzel uyduğunu düşünüyorum.

P Yayıncılık yıllarınızda öğrendiğiniz ve FEY’e taşıdığınız en kıymetli prensip nedir?

FY Hep disiplinli bir insan oldum. Benim işimde organizasyon ve ekip çok önemli. Az ve doğru ekiple çalışmanın önemini dergide deneyimledim. FEY’de de aynı şekilde çok güvendiğim az ve öz bir ekiple ilerliyorum.

P Moda sektöründe sizin gibi zamansız zevkleri olan birinin moda ve trend kavramlarına bakışını merak ediyorum. Estetik kavramınızın çocukluğunuzdan, ailenizden geldiğini söylemek doğru olur mu?

FY Moda hızlı olmak ve hızlı tüketilmek için yaratılmış bir sektör Bizim zamansızlığı arzulamamız gereken yer moda değil stil. Bu yüzden kendini modaya kaptıranlar tüm yapılan alışverişe rağmen zamanla mutsuz hissediyor. Stilse harcanan miktarlardan bağımsız olarak gusto ve cesaret her daim insanların aklında kalıyor. Bir düğüne giderken pantolon gömlek giymek bir cesaret işidir mesela. Şimdilerde herkes drapeli elbiseler giyiyor. Birbirine benzemenin peşinde koşuyor. Benim annem de babam da çok görsel insanlardı. Babam topoğraf ve ressamdı, muazzam resim yapardı. Annem de çok şık bir kadındı ve benim idolümdü. Sayelerinde müzik ve sanatın içerisinde büyüdüm. 13 yaşındayken babam beni karşısına alıp “Hayatında hep kendi kararlarını kendin ver, kendi zamanını sen yönet, sorumluluk al.” dedi. Ben de kendimi hiç etrafıma uyum sağlamak, taklit etmek zorunda hissetmedim. Böyle büyütüldüğünde kendine güvenin geliyor. Sevdiğini keşfettiğin şeyleri çok inanarak sürdürüyorsun. Aslında o kadar da ciddiye alınacak bir şey yok hayatta. Severek ve çok isteyerek yaptığınızda bir şeyi olduramamanız mümkün değil.

P Son zamanlarda sizi sektörde çok heyecanlandıran bir gelişme var mı?

FY İşlerine en çok heyecanlandığım tasarımcı Josep Font. Son bir senedir pek sesi çıkmıyor ama daha önceki tüm tasarımları içimi açıyor. Bayılıyorum! Bir de Chylak adında bir Polonya markası var. Kültürlerindeki mirastan ilhamla yaptıkları tasarımları çok seviyorum.

P İstanbul’un estetik belleğinde sizi en çok etkileyen semt, dönem ve mekanlar hangileri?

FY İstanbul’da büyümüş olmaktan, gençlik yıllarımda tüm yokluklarını, elektrik ve su kesintilerini, ulaşım zorluklarını, kötü kokularını, ıhlamur kokularını, mehtaplarını, müzik festivallerini, güneşli bahar günlerini yaşamış olmaktan çok mutluyum. 30 sene Etiler Ulus’ta oturduk. O zamanlar sadece sekiz tane apartman vardı, her tarafı ormandı. Sularımızı tankerler getiriyordu, Ulus neredeyse şehir dışı sayılıyordu. Kar yağdığı zaman hayat duruyordu. O senelerde yaşanan bu zorluklar insana birçok tecrübe kazandırıyor ve hayal gücünü geliştiriyor. O zamanlar Kapalıçarşı’yı çok enteresan bulurdum ve her fırsatta giderdim. Bir de annemle babam 50’lerin Büyükada’sını o kadar çok anlatırlardı ki, hep onu hayal ederek büyüdüm.

P Sizi her zaman kendinize döndüren bir ritüeliniz var mı?

FY Arkadaşlarımla evde zaman harcamak bana çok iyi geliyor. Ritüelim normalde ev – iş, iş – ev gibi gün içerisinde. Ancak Atina’da yeni açılan FEY mağazası nedeniyle bu sıralar oraya çok seyahat ediyorum. Bana 80’ler ve 90’lar İstanbul’unu anımsatıyor. İnsana kendini iyi hissettiren bir şey var orada. Herkes mutlu, birbirlerini tanıyor, sokaklar mütevazi ve hoş.