Çığlıktan fazlası
Anksiyeteye teslim olmuş zihninin kıskacında bir ekspresyonist; Edvard Munch.
İskandinavlar Edvard Munch’ı daha iyi anlayabilmek için Oslo’yu yaz veya kış aylarında ziyaret etmenizi önerir. Munch’ın eserlerinde kullandığı renkler, Oslo’da güneşin atmosfere bu mevsimlerde yaydığı o muazzam renkleri yansıtır. Oslo’ya yakın sayılabilecek Løten kasabasında 1863 yılında, köktendinci bir ailede dünyaya gelir Edvard Munch. Hem fiziksel hem de mental rahatsızlıkların kol gezdiği ailesinde o da payına düşenleri genetik yollarla alır. “Kendimi bildim bileli derin bir anksiyete duygusuyla boğuşuyorum ve bu duyguyu eserlerime yansıtmaya çalışıyorum.” der bir röportajında. “Bu duygu olmasaydı ben de dümensiz bir gemi gibi olurdum.” diye ekler. Munch’ın yaşadığı dönemde psikolojik rahatsızlığının ne olduğu tam olarak bilinmese de defterleri ve mektupları bugün değerlendirildiğinde aşırı alkol tüketimiyle tetiklenen şizofreniden muzdarip olduğu düşünülüyor. Okullu bir sanatçı olsa da aslında yağlı boya tekniklerini kendi kendisine öğrenen Edvard Munch’ın erken eserlerinden sayılan ve 1885 yılında tamamladığı The Sick Child onun tekniğinin temellerini gözlemlediğimiz ilk eseri olarak da literatüre geçiyor. Henüz 15 yaşındayken tüberkülozdan kaybettiği kız kardeşi Sophie’yi resmettiği eser; dönemin kritiklerinden acımasız eleştiriler alan sert fırça darbeleri, tamamlanmamış bir his veren görünüm ve melankolik bir renk paletinden oluşuyor. Monet, Renoir ve Matisse gibi doğayı konu alan romantik eserler veren sanatçıların gündemi belirlediği bir iklimde Edvard Munch kendisine karamsarlığı sebebiyle yöneltilen eleştirileri kulak arkası etmeyi başarıyor. Bu kendinden emin duruşu sayesinde yüzyıllar boyunca güncelliğini kaybetmeyecek Munchesque görünüm de ortaya çıkmış oluyor.
The Scream ve günümüzde Edvard Munch
Halet-i ruhiyesini eserlerine yansıtan hatta zihnini sanatıyla sakinleştiren Edvard Munch’ın bir ikon haline gelmiş eseri The Scream’de iki arkadaşıyla yürüyüş yaparken hissettiklerini yansıttığı biliniyor. Munch, güneşin batmasıyla birlikte doğanın ızdırabını ve çığlığını ruhunda hissettiğini söylüyor ve bu hissi sonrasında dört farklı renk paletinde resmediyor. Hayır kulaklarınız sizi yanıltmıyor; The Scream’in Edvard Munch tarafından yapılmış tam dört farklı versiyonu bulunuyor. Scream’lerden ikisi Oslo’daki Munch Müzesi’nde, biri Oslo Ulusal Müzesi’nde, bir diğeriyse özel bir koleksiyonda yer alıyor. İçerdiği fauvizm, ekspresyonizm hatta sürrealizm öğeleriyle günümüz sanatının iskeletini oluşturan The Scream modern insanın kendisini bulduğu kırılgan ve yorgun bir ruh halini yansıtıyor. Munch’ın yaşadığı dönemden ziyade bugünle ilişki kurabilmesinin en önemli sebeplerinden birisinin bugünün insanıyla bu denli örtüşmesi olduğuna şüphe yok. Belki de bu yüzden pandemi gölgesinde yaşanmasına rağmen 2021 yılı Londra’daki Royal Academy’de gerçekleşen ve çok ses getiren Tracey Emin / Edvard Munch: The Loneliness of the Soul sergisi, Sotheby’s açık artırmasında 16 milyon Pound’a alıcı bulan iki metre genişliğindeki Linde Frieze isimli eseri ve Ekim ayında Oslo’da açılan Munch Müzesi’yle onun yılı oldu. Eğer Londra’da gerçekleşen sergiyi ve rekor bir rakamla gerçekleşen satış haberini kaçırdıysanız veya yolunuz henüz Munch Müzesi’ni ziyaret etmek için Oslo’ya düşmediyse kendinize çok da yüklenmeyin. Suç sizde değil pandemideydi. Şanslıyız ki Munch rüzgârı 2022’de de esmeye devam ediyor. Viyana’daki Albertina Müzesi’nde Munch’ın eserlerinden oldukça geniş bir seçkinin yer alacağı bir sergi gerçekleşiyor. Kim bilir, 19 Haziran’a kadar devam edecek sergi belki Viyana’ya küçük bir kaçamak yapmak için de sebep olur.