BORDEAUX

YOLO Journal dergisinin kurucusu Yolanda Edwards ile Fransa’nın güneybatısına giderek Bordeaux kenti ve çevresini geziyoruz. @yolojournal

2015 yılında eşimle ben, Güneybatı Fransa’da şarap bağlarının olduğu Medoc bölgesine; Atlantik Okyanusu ile çevrelenmiş Gironde halicine ve de Bordeaux kentine adeta âşık olduk. Tenha oluşuna bayıldık. New York’taki şehir hayatımızın tam tersine yalnızca birkaç restoran, otel ve cafe vardı. Güneye doğru bir buçuk saatlik yol tutan bu kent bizim gözdelerimiz arasına girdi. Ben gönlümü hep, hiç değişmemiş gibi görünen yerlere kaptırırım ve Bordeaux tam da böyle. Bazı yönlerden bana Paris’i anımsatıyor çünkü kentin kimi yerlerini tasarlayan yine Haussmann olduğu için onun imzasını taşır; 19. yy. mimarisi, bulvarlar, muhteşem parklar ve meydanlar – ancak hepsi Paris’e oranla çok daha mütevazi. En sevdiğim semtlerde yürüyüp bir dizi sevimli mahalleden geçerek tüm kenti bir ucundan diğerine 45 dakikada dolaşabiliyorum. Ayrıca dünyada en beğendiğim bit pazarlarından biri de burada; Saint Michel Bazilikasında bulunuyor ve hakikaten pazardaki tüm stantlar çok makul fiyatlı eşyalarla dolu.

Dolaşmayı en çok sevdiğim yerler, Chartrons mevkiindeki Rue Notre Dame civarında konumlanıyor. Antikacı dükkanları, ufak ve sevimli barlar ve en iyi fırınlar bu bölgede yer alıyor. Burası, kentin tipik ana caddesi ve meydanı ve hiçbir şey aşırı derecede ticari değil. Her zaman opera binasından başlayarak tarihi çift katlı atlıkarıncayı ve mükemmel bir şarap dükkânı olan L’Intendant’ı geçip yürüdüğüm Allee de Tourny’i de çok severim. Birkaç dükkân aşağısında elle boyanmış küçük tabelasıyla, aksi yaşlı bir hanımefendinin işlettiği parfümeri bulunuyor. Ondan az aşağıda ise bundan 70 yıl önce de tıpatıp aynı göründüğüne kesinlikle emin olduğum ve sole meunière (dil balığı kızartması) ve klasik istiridyelerine bayıldığımız Les Noailles Brasserie yer alıyor. Onun hemen arkasındaysa Sadia Fleur adlı çok sevdiğim ufak bir çiçekçi var. Önünde daima kovalar dolusu ortancalar, süsenler ya da mevsimine göre hangi çiçek varsa adeta sokağa doğru taşar, dökülür. Onun yanında ise Cadiot-Badie adlı harika bir çikolata dükkânı var. Kentin her yanı iyi korunmuş birer mücevher gibi. Sokağın sonunda bulunan Badie Champagne’e uğramadan geçmeyiz çünkü bu dükkân sadece küçük üreticilerin ürettiği, dünyanın hiçbir yerinde bulamayacağınız şampanyaları ve kendi özel markalarını satıyor. Biz de bunları stoklamayı çok seviyoruz. Kentte çok iyi restoranlar bulunuyor ama ben en çok La Tupina’yı severim. Çünkü orada yemek yerken kendinizi birinin evinde yemek yiyor gibi hissedersiniz. Girişte, mevsimlik sebzelerle dolu ahşap kasaların yanında yörenin geleneksel lezzetleri et ve tavuk pişirilen devasa taş ocağın oradaki rafta gelişigüzel konmuş gibi görünen gazeteye sarılı bir çiçek buketi durur hep. İşte ben bunu, Bordeaux’nun küçük evreni gibi algılarım, sanki her şey hep böyleymiş de asla değişmeyecekmiş gibi.