Cafe Dİ Dolce
1994 yılına doğru yolculuğa çıkacak olursak eğer, Kuruçeşme’deki Cafe Di Dolce dükkânının kapısından içeri gireriz önce. Dolce’nin yaratıcısı ve her detayda imzası olan Nilgün Sağyaşar tezgâhın arkasında hazırlıklardadır. Katkı maddesi kullanılmayan, en taze meyveler ve saf çikolata ile sipariş üzerine hazırlanan pastaların kokusu yayılmaktadır. Siz köşe masaya oturursunuz. Harika bir sandviç ve çay eşliğinde Fransa’ya veyahut yalnızca o ana ışınlanırsınız.
Yıllar sonra Cafe Di Dolce, kanıtlanmış imzasını koruyarak Nusret’in operasyonu altında İstinye Park’ta çiçek açıyor. Sanayi313 Architects yalnızca mimarisini üstlenmekle kalmıyor, tabak takımından paketlemesine, menüsünden personel kıyafetine kadar tüm detayları ele alıyor.
Enis’ten Mimari Detaylar
Cafe Di Dolce’nin mimari kurgusu nasıl başladı acaba? Sanayi313 Architects ekibi neler hayal etti? Biraz Enis’e kulak vermek istiyorum önce.
“Dolce’nin İstinye Park’ta konumlandığı alanda bir kubbe var. Eski Fransa pastanelerinden ilham alıp, vitray sanatına ithafen kubbenin camlarına desenler çizme fikri ile yola koyulduk. Sırada Dolce’nin ilk akla gelen çiçekli pastalarına gönderme yapmak vardı. Bu noktada cam sanatçısı Naide Büyükkaymakçı ile çalışmaya karar verdik. Güvenlik sebepleriyle cam yerine pleksiden yapılmış şakayıkları tavandan aşağıya sarkıttık. Böylelikle feminen, sıcak bir pastane algısını vurgulayabileceğimizi düşündük. Aydınlatmayı da Büyükkaymakçı’nın enstalasyonuna göre tasarladık. Restoranın duvarları olmadığı için; kişiyi davet eden samimi bir yapısı var. İstinye Park’ın mücevher koridorunda yürürken gördüğünüz ihtişamlı kubbe ve şakayıklar bambaşka bir etki yaratıyor. Zeminde kullandığımız siyah beyaz mermerler eski zamanları çağrıştırıyor. Mobilyalarda ise kontrast yaratmak adına ahşap, cam, bronz ve terazzo kullanmayı tercih ettik. Tüm bu seçkiler bir araya gelince, sanki New York veya Paris’teki Plaza Hotel’in lobisinde çay saati yapıyor gibi hissediyor insan kendini.”
Naide Büyükkaymakçı Anlatıyor.
“Eserlerim genelde cam ve deri üzerinedir. Sanayi313, Cafe Di Dolce’nin yer aldığı mekân için cam bir enstalasyon önerdi. Ancak alan çok büyük; camın ağırlığını taşıyamazdı. Bunun üzerine pleksiden bir deneme yaptım. Yeni bir malzeme ile çalışmak heyecan vericiydi.
Sanayi313 ile birkaç toplantı sonrası hızlıca maket çalışması başladı. Projemiz kabul edildikten sonra üretim ve montaja ayrılan süre kısıtlıydı. İki ay gibi bir sürede sekiz kişi olan ekibimizle gece gündüz çalıştık.
Montaj aşamasında çevremiz yarı kapalı idi ama dışarıdan gelen beğeni sesleri beni ve ekibimi motive ediyordu.”
Projenin mimarlarından Gülin Güzel’e soruyorum. Onun için nasıl bir süreçti?
“Döşeme yüzeyi, mekânın sınırlarını belirlerken, duvarların bu sınırları kullanıcıya, göz hizasında üç boyutlu olarak hissettirme görevinde olduğunu düşünüyoruz.
Yeni bir konsept yaratacağımız Cafe Di Dolce projemiz İstinye Park’ta dört tarafı değerli markaların cepheleri ile çevrili, duvar yüzeyleri olmayan, 401m2lik dikdörtgen döşeme alanı ile sınırları belirlenmiş orta bir adadaydı.
Alanımızın en güçlü yönü üstündeki cam tonoz sayesinde AVM içinde gün ışığı alması, iyi bir çözüm bulmamız gereken tarafı ise mağaza cephe görünüşlerini engelleyecek yükseklikte herhangi bir şey yapamayacak oluşumuzdu. Bu durumda mekanın sınırlarını kullanıcılarına hissettirmek için bir çözüm üretmemiz, mağaza cephelerinin önüne geçmeyecek sadelikte ama aynı zamanda da dikkat çeken bir mekan yaratmamız gerekiyordu.
İstediğimiz üç boyutlu algıyı, duvar yüzeyleri olmadan nasıl hissettiririz diye düşündüğümüzde zeminden tavan algısını arttırmak için mekanımıza bir çatı oluşturmayı planladık. Dolce’nin ruhuna uyumlu olacağını düşündüğümüz bir enstalasyon çalışması hayal ettik. Hayal ettiğimiz görseli cam sanatçısı Nahide Büyükkaymakçı’nın yorumuna bıraktık. Böylece mekan sınırlarını tavandaki güçlü algı ile belirlemiş olduk.
Göz hizasında planladığımız sadeliği yakalamak ama aynı zamanda da sıradanlıktan uzak kalarak kullanıcıların mekana her gelişlerinde yeni detaylar keşfetmesi adına , mekân içindeki sandalyelerin hepsini siyah renkte fakat 7 farklı tipte yaptık. Her sandalye tipini, birbirinden farklı oturma ünitesi ve masa ile birlikte yerleştirdik.
Servis akışını genel akışa dahil etmek ve mekânın hareketli, canlı kalmasını sağlamak adına tasarladığımız bar ve pasta teşhir ünitesini mekânın tam orta aksında konumlandırdık. Formunu ise Cafe di Dolce ‘nin C ve D harflerini plan yüzeyinde birleştirerek belirledik.
Canlı bir enstrüman sesinin, yaşadığımız ana iyi bir enerji, sohbetlerimize de keyif kattığını düşündüğümüz için köşeye de disklavier bir piyano yerleştirdik.
Bir projenin niteliğinin, iyi tasarlanmış olmasının yanında iyi uygulanmış olmasına da bağlı olduğunu düşünüyoruz.
Dolce ilk nefesini aldığında da köşedeki piyano Edith Piaf’tan Milord’u çalıyordu.”
La Vie on Rose; Toz Pembe Hayat
Dolce’de toz pembe bir hayat yarattı Sanayi313.”