HENÜZ DÖNÜLMEMİŞ KÖŞELER, ÇÖZÜLMEYİ BEKLEYEN DÜĞÜMLER

Daha nerede olduğunuzu farkına varmamışken sizi karşılayıp yolu gösteren, mekânı sardığı gibi ruhunuzu da sarmalayan, hem sakinleştiren hem de içinize kor taneleri yerleştiren bir sergideyiz. Ayça Telgeren’in Galerist’teki beşinci kişisel sergisi Kırık Ufuk, öngörülerin iyice bulanıklaştığı bir ortamda sanatçının bakışını yeniden gözden geçirme ihtiyacından doğuyor ve seyircisini zamanın her anına bakmaya davet ediyor.

Ben Ayça’yı çok geç keşfeden bir İstanbulluyum. Hani bazen bazı sanatçılarla yolunuz uzun süre kesişmez ama kesiştiğinde bir tuvale bakarken kendinize sorduğunuz sorular değişir ya… Geçtiğimiz sene Bir Anlık Yokluk sergisinde Ayça’nın KAF işiyle yüz yüze geldiğim an tam da bu anlardan biriydi. Birbirlerinin ellerini tutarak kadim bir dağın yükselmesini sağlayan kadınlar, o dağın içindeki çatlaklar ve ortasında uzanan uçurumlar hafızamdan da kalbimden de uzun süre silinmedi.

Neredeyse tam bir sene sonra Galerist’teki yeni sergiyi bu sefer Ayça ile tanışacak ve konuşacak olmanın heyecanı ile gezdim. O nasıl işlerini üretirken kendini serbest bırakıp hislerinin ve düşüncelerinin akışına göre hareket ediyorsa beni de sergiyi gezerken yalnız ve serbest bıraktı. Sonrasında keyifli bir kahve ve sohbet için bir araya geldik.

Passage Petits-Champs binasının girişinden başlayarak galerinin içinde dolaşan, yer yer zemin seviyesinin altına inip yer yer köşeleri tutan bu sergi, sanatçısı tarafından binanın bedeninde gezinen bir yolcu gibi kurgulanmış. Kırık Ufuk, binanın zemin katında, İstiklal Caddesi’ne artık açılmayan ve böylelikle binanın geçiş işlevinden arındırıldığı merdivenlerden başlayıp birinci kata ve her köşesine sızıyor. Binanın birinci katında konumlanan galerinin kapısında beni karşılayan heykeller kadınlığımı ve kırılganlığımı düşündürüyor. Sanatçının çoğu işinde olduğu gibi bu sergide de saç bir enstrüman olarak yerini koruyor. “Aktarılamayan kadınlık deneyimi üzerine düşünüyorum. Benim annemle ilişkim annemin annesiyle ilişkisine çok benziyor. Annneannem de kendi annesiyle benzer bir mesafede ve bu böyle gidiyor. Konuşulmayan, paylaşılmayan şeylerin yarattığı boşluğu görüyorum ve keşke başka türlüsü olabilseydi diyorum. Hiç onlara hayallerini sormadım mesela. Saçlarla uğraşırken onları hayalimde canlandırıyorum, geriye dönük bağlar örüp onların potansiyellerini keşfetmeye çalışıyorum. Kendi özelimden yola çıksam da bu genel bir eksik ve kadınlık kültürün ortaklaşmasını etkiliyor bence.” diyor Ayça. Kadın atalarının peşi sıra gitmek olarak tanımladığı bu yolculukta ailesinin yanında ona eşlik eden yol arkadaşları olarak Suat Derviş’in, Halide Edip’in, Latife Tekin’in, Ursula K. Le Guin’in ve pek tabii Virginia Woolf’un adı geçiyor. Finlandiya’nın önde gelen mimar ve mimarlık kuramcılarından Juhani Pallasmaa’nın “Tenin Gözleri” kitabı ve kitaptaki hapticity kavramı (bedensel algıların duyusal entegrasyonu) Ayça’nın bu sergideki ufukları çizerken yolunu aydınlatanlardan.

Serginin adı ilk anda geleceği çağrıştırsa da Ayça’nın “Her sanatçı sanatındaki iddiasını geçmişi ve şimdiyi düşünerek ortaya koyar diyor.” inancı; olduğumuz yere etraflıca bakmak gereğini hatırlatıyor.

Sohbetimiz sırasında ufuktan bahsederken seçtiği tariflerden bana en dokunanı “En uzağımızdaki en yakın şey o!” cümlesi. Umudun nerede yeşerdiğini ve norm olarak bildiğimiz şeyleri gözden geçirmemiz gerektiğini tekrar ediyor. Çocukluğunda ve gençliğinde edindiği adabı ve sosyal normları şimdinin normallerine kıyasladığında bir parça kandırılmışlık hissettiğini, bu nedenle de daha kırılgan olduğunu düşünüyor.

Sohbet devam ettikçe, birer kadın olarak hikayelerimiz ve hayatlarımız birbirinden farklı olsa da düğümlerin atıldığı, olayların evrildiği yerlerin benzeştiğini fark ediyoruz. Ayça’nın “Bazen yaptığım işler hayalime doğuyor. Önce kokusunu aldığım bir yemeğin içinde ne olduğunu keşfetmeye çalışır gibi, içimdeki duyguları keşfederek ilerliyorum” sözlerindeki samimiyetin ne kadar değerli bir ortaklık olduğunu görüyoruz. Sohbeti serginin son odasıyla ve Cemal Süreyya’nın Üstü Kalsın şiiriyle kapatırken aynı Kırık Ufuk’un izleyicileri gibi kendi bedenimizde ve kafamızın içinde hiç çıkmadığınız bir yolculuğa çıkmaya ve dönmediğiniz köşeleri dönmeye başlamışız bile…

Ayça Telgeren’in Galerist’teki beşinci kişisel sergisi Kırık Ufuk 7 Mart – 30 Nisan 2024 tarihleri arasında ziyaret edilebilir.

galerist.com.tr