Tanımlar Üstü Mekânlar

Bazı mekânlar vardır, tanım olarak dükkân diyebiliriz ama asıl ilgimizi çeken satılan şeyler değildir. Ruhuna kapılırsınız, bu mekanın bir parçası olmak, oradaki havayı solumak, sahipleriyle tanışmak, onların dünyasına girmek istersiniz. Bu mekanların içerisinde ne olduğundan çok, içeride kime dönüştüğünüz önem taşır. Türkiye’nin farklı noktalarındaki, farklı alanlara ait tanımların ötesindeki bu mekânları kurucularından dinleyerek, onları ‘tanımsız’ yapanın izini sürdüm. Bu yazı, ‘‘aynı ruh kumaşından insanların’’ dokuduğu bir hikâye.

26 Tem 2025| FINDS| DENİZ TUNCER

ALKIMIA, İSTANBUL

Alkimia, İstanbul’un en büyülü yapılarından Arif Paşa Apartmanında yer alıyor. Sanatçı Füreya Koral’ın atölyesiyle, yazar Pınar Kür’ün eviyle tanınan bu apartman, her dönemde yaratıcı insanları bir araya getiren bir yer olmuş. 1902’den beri şehrin merkezinde bozulmadan kalabilen Arif Paşa Apartmanı da tıpkı Alkimia gibi kendi içinde bir büyü taşıyor. Zaten Aslı Bilgin söze “Bu avlu olmasaydı Alkimia da olmazdı,” diyerek başlıyor. Alkimia, avludaki “bir deli ağacın” kıyısına konuşlanmış.

Alkimia, HomeMade Aromaterapi’nin kurucusu Aslı Bilgin’in mekânı; daha doğru bir ifadeyle vahası. İsmiyle uyumlu bir şekilde bir simya dükkânı; Aslı’nın uzun yıllar boyunca deneyimlediği her tür öğreti, bilgi ve pratiğin bir araya geldiği bir kaynak noktası. Astrolojiden tarota, feng shuiden sanata, antik ecza ürünlerinden tütsülere farklı yolculukların bir kesişim noktası, HomeMade Aromaterapi’nin büyükannesi.

İçeri adım atan herkesin başını döndüren bu ilham kutusunda çok çeşitli ürünler bulunuyor. Eski ecza malzemeleri, kitaplar, antik objeler, balmumu mumlar, özel uçucu yağlar, tarot kartları, karışım çaylar, Alkimia tasarımı ürünler ve buradan ilhamla üretilmiş sanat eserleri… Ayrıca arketip atölyeleri ve feng shui etkinlikleri de düzenleniyor. Tıpkı yer aldığı avlu gibi, Alkimia da etrafında insanları buluşturuyor.

Burası zamanın durduğu, insanın kendine yaklaştığı bir yer. İnsan hangi yoldan giderse gitsin her daim kendine varıyor.Alkimia bu yolların birkaçını küçük bir alanda birleştiriyor. ‘İçindeki simyacıyı keşfet’ mottosuyla da sizi içsel bir yolculuğa davet ediyor. Belki de tek ihtiyacınız olan şey içerideki destelerden bir kart çekmektir.

DADA UZAK ORMAN, İSTANBUL

Manifestosunu Ursula K. Le Guin’in Dünyaya Orman Denir kitabından alıntılarla açan Dada Uzak Orman, gerçekten de bir ormanın içinde yer alıyor. İstanbul’dan yalnızca bir saat uzaklıkta, bildiğiniz dünyayı geride bıraktıran bir geçit gibi. Şehrin sıkışıklığından çıkıp ormanın kalbine ışınlanıyor, geniş antika koleksiyonu sayesinde hangi yüzyılda olduğunuzu şaşırıyorsunuz.

Aslı ve Hakan Şekerci’nin Kuzguncuk’taki küçük bir antika dükkânında başlayan hikâyesi zamanla büyüyerek Karamürsel’deki ormanlık alana yayılıyor. Yirmi beş yıllık emekle toplanan yüzlerce antika burada hem sergileniyor hem de satılıyor. Aslı, bu parçalarla kurdukları bağı şöyle anlatıyor: ‘Bu parçaların bizim olmasının tek bir sebebi var, bizim onları, onların da bizi seçmiş olması.’ Sonuçta, porselen takımlardan değirmenlere, antika arabalardan pikap iğnelerine uzanan uçsuz bucaksız bir sergi alanı ortaya çıkıyor.

Ormanın ve antikaların büyüsüne kapılanların hemen şehre dönemeyeceğini fark etmiş olacaklar ki, altı misafir evi eklemişler. Her biri koleksiyon parçalarıyla döşenmiş bu müstakil yapılar, misafirlere ormanla ve kendileriyle baş başa kalabilecekleri bir deneyim sunuyor. Altı misafir evinden ikisinin ana galeri içinde yer alan He ve She isimli galeriler olduğunu, misafirlerine bir galeride kalma deneyimini yarattıklarını söylersem sanırım kendimi daha iyi açıklamış olurum.

Sadece randevuyla kabul edilen gruplara açık olan Dada Uzak Orman, çokça kullanılan ama içi boşaltılmış “deneyim” kelimesinin hakkını sonuna kadar veriyor.

Her ayrıntının özenle düşünüldüğü, hikâyelerle dokunmuş bu mekânda kendine yeten bir çiftlik ve özgünlüğünü yansıtan bir mutfak da bulunuyor. Dada Uzak Orman, onların deyimiyle bitmeyen bir süreç. Hiçbir şeyin önceden planlanmadığı, her adımın bir öncekinden doğduğu ve yeniliklerin zamanla mayalanarak eklendiği bir yolculuk. Büyük ekipler yerine sadece Aslı ve Hakan’ın emeğiyle şekillenmiş olması da bu yerin samimi ve kişisel havasını güçlendiriyor.

Bu hikâye, gitmekten çok durmayı anlatmayı amaçlıyor. Bazen durup dinlemenin, gitmekten çok daha uzağa götürebileceğini hatırlatıyor. Dada Uzak Orman, Şekerci çiftinin hayallerinden doğmuş ve başkalarıyla cömertçe paylaştıkları bir alan. Uzaklaşmak, sakinleşmek, keşfetmek ve en çok da durmak için bir çağrı.

MOYY, KARADENİZ

Moyy, ‘Karadeniz dağlarında kendiliğinden yetişen yabani, aromatik, leziz, şifalı dağ çileği demekmiş. Küçük, nadir bulunan, eşsiz rengi ve kokusu sayesinde yeşil çayırların içerisinde parlayan, doğanın bizlere ve diğer canlılara armağanı. Çocukluğumuz, masumiyetimiz ve bitmeyen romantik hikayelerimiz de aynı zamanda.’

Moyy’un kurucusu Özlem Erol ile konuştuğumda bu tanım tam anlamıyla zihnimde yer etti. Moyy, bugünün vahşi kapitalist dünyasında gerçek olamayacak kadar masum ve romantik bir hikâye. Doğadan gelen, doğaya adanmış; kadınların yaratıcı ve dönüştürücü gücüne inanan, şefkatli bir enerjiden beslenen bir oluşum.

İlk başta bir otel olarak başlayıp, zamanla tekstil markasına ve dükkâna dönüşen Moyy, Karadeniz’den Ayvalık’a uzanan bir yolculuk. Bugün fiziksel mağazası kapanmış olsa da Moyy’un ruhunu hissetmek ve Karadeniz’in büyüsüne kapılmak için hâlâ bir nedeniniz var; yazının devamında müjdesi geliyor.

Her şey 2009’da, Özlem’in şehir hayatından ve tekstil sektörünün hızlı döngüsünden yorulup Fırtına Vadisi’ne, memleketine taşınma kararıyla başlıyor. Karadeniz henüz turistle dolup taşmamışken orada bir butik otel açıyor. Ancak zamanla doğaya saygısız turist kalabalığını görünce oteli devrediyor. Bu süreçte halk eğitim merkezinde kenevirden üretilen feretiko kumaşıyla tanışıyor ve âşık oluyor. Eğitim alan kadınlarla birlikte ürettikleri ürünlerle Moyy dükkânı doğuyor. Feretiko kumaşından kıyafetler, ev eşyaları; Karadeniz sepetlerinden antik motiflere uzanan tasarımlarla bölgenin kültürel mirasını çağdaş bir çizgiyle buluşturuyor. Moyy, yalnızca tasarımıyla değil, üretimde yer alan kadınlara ekonomik-sosyal alan açmasıyla ve kenevirin Türkiye’de yeniden yetişmesi için verdiği destekle de dikkat çekiyor. Çünkü bu bitki hem toprağı temizliyor hem de arılar için yaşamsal bir kaynak sunuyor.

Daha sonra Ayvalık’ta açtığı ikinci dükkânla feretikoyu daha fazla insana tanıtıyor. Özlem Erol’un duruşuna ve sürdürülebilirlik konusundaki idealist yaklaşımına hayranlık duymamak zor. Bu yüzden geçen yıl her iki dükkânı da kapatarak üretimini sadeleştirmeye ve yavaşlamaya karar veriyor. Doğayla daha güçlü bir bağ kurmak, var olan değerlere sahip çıkmak ve onları geleceğe taşımak için daha az ama daha anlamlı üretmeye yöneliyor. Feretikoyu sadece kumaş olarak sattığı, iş birlikleri yaptığı bir web sitesiyle yoluna devam ediyor. İlk iş birliği ise Temmuz 2025’te HomeMade Aromaterapi ile. Gerçekten de “aynı ruh kumaşından insanlar” birbirini buluyor.

Özlem, insanları yeniden Karadeniz’in büyüsüne ve doğayla bağ kurmaya çağırıyor. Şimdiyse dünyanızı değiştirebilecek, bölgenin karakterini yansıtan yeni bir projesi var: Çinçiva Bal Müzesi.

Geçen yıl, pek çok yetenekli sanatçının yer aldığı “Bir Miras Hikâyesi” sergisiyle gündeme gelmişti. Yıkılmak üzere olan bir okul, halkın desteğiyle adeta gerilla usulü sahiplenilip bir sergiye dönüştürülmüş ve otel olmaktan kurtarılmıştı. Şimdi bu okul, Çinçiva halkı ile birlikte, Özlem Erol ve Işık Güner’in danışmanlığında bir müzeye dönüştürülüyor. Proje; bölgenin geleneksel kara kovan arıcılığını anlatan kalıcı bir müze, sanatçılar için süreli sergi alanları ve artist residency (sanatçı konuk programı) barındıran bir yapıdan oluşuyor. Sergiler, söyleşiler ve etkinliklerle dolu, yaşayan bir mekân olacak.

Sadece filmlerde ve romanlarda görmeye alışık olduğumuz bir romantizmin gerçeğe dönüştüğüne tanık olmak, Özlem’in idealizmine, Karadeniz insanının üretken inatçılığına ve doğanın güzelliğine hayran kalmak; tüketim yerine üretimin mümkün olduğuna inanarak sanatla buluşmak ve en önemlisi, kendinize iyi gelmek için ziyaret edebileceğiniz Çinçiva Bal Müzesi, kapılarını Haziran 2026’da açıyor.

ATÖLYE PATİKA, AYVALIK

A noktasından B noktasına gitmenin en kısa yolu olmasa da en sürprizli olanı patikadır. Hayvanlar ya da insanlar tarafından yürünerek açılmış, belki daha uzun ve zorlu bir yol. Nereye varacağınızı tam bilemeseniz de doğayla ve kendinizle baş başa kalıp o anın keyfini çıkarırsınız.

Emine Boyner, doğada olmayı, yürümeyi seven; hesap kitapla değil içgüdüyle hareket eden biri olarak bu ismi tam da bu nedenle seçmiş. Cunda’nın kalabalık sokaklarının hemen yakınındaki sakin bir ara sokakta, içine girer girmez huzur ve ilham veren bir dünya yaratmış. Atölye Patika, ismi gibi, ucu açık, doğanın ritmiyle ilerleyen, ondan ilham alan ve onun rehberliğinde üreten bir marka.

Sanatla zanaatin iç içe geçtiği bu mekân, dükkân, atölye ve yaşam alanının birleştiği sihirli bir kutu, insanı sarıp sarmalayan bir kabuk gibi. Sanılabilenin aksine İstanbul’u çok seven Emine, çocukluğundan beri bitkilerle iç içe olmuş. Bazı insanlar neye dokunsa yeşertir, çiçek açtırır; annesi de onlardan biriymiş. Bu bağ, onu zamanla otacılık üzerine eğitimler almaya yönlendirmiş. 2012’de Ayvalık’a taşındıktan sonra, aldığı sanat eğitimiyle bitkilerin rehberliği birleşmiş ve Atölye Patika ortaya çıkmış.

Bitkilerden sabunlar, kremler, uçucu yağlar üretiyor; resimlerinde ve seramiklerinde kendi yaptığı doğal mürekkepleri kullanıyor. İnsan her Ayvalık’a gittiğinde burada bir soluklanmak, bir şeyleri yanında götürerek belki de doğanın bir parçasını hep yakınında tutmak istiyor. Buradan aldığınız bir sabun, Ayvalık’ın binlerce yıllık zeytin ağaçlarının meyvesini, suyunu, yağını ve hatta sihrini avuçlarınıza bırakıyor.

Emine, insanlarla doğa arasındaki bağı hatırlatmayı, yaşadığımız yerle kurduğumuz ilişkiyi güçlendirmeyi amaçlıyor. Otacılık atölyeleri düzenliyor; doğada yapılan bitki yürüyüşlerinde insanları etraflarındaki dünyayı fark etmeye davet ediyor. Bitkilerle temas etmeye başlayınca, içinizde bir kapı açılıyor sanki. Ve bir noktada anlıyorsunuz; biz, doğanın sadece bir parçası değiliz, uzantısıyız.

Atölye Patika, çok yalın bir yolla bizi bu dünyanın sakini olmaya çağırıyor. Yürümek gibi gündelik bir eylemi yetişme kaygısı olmadan, uzatarak, tadını çıkararak yaptığınızda olduğu gibi patika yollara girmeye davet ediyor.

* ‘Aynı ruh kumaşından insanlar’ tanımını Aslı Şekerci’den ödünç aldım.

**Arif Paşa Apartmanı, sakinlerinden Ahmet Doğu İpek’in fotoğraflarıyla Blackouts bölümümüzde yayınlanmıştı.