TARİHİ YENİDEN YAZMAK: SIMONE LEIGH – SOVEREIGNTY
Boston Çağdaş Sanat Enstitüsü Direktörü Jill Medvedow ve Baş Küratörü Eva Respini'nin kürasyonunu ortaklaşa üstlendikleri Sovereignty, Venedik'teki Peggy Guggenheim Koleksiyonu ile New York'taki Salomon R. Guggenheim Vakfı katkılarıyla sergileniyor. ABD’yi Venedik Bienali'nde temsil eden ilk siyah kadın sanatçı olan Leigh, 2019'daki Venedik Bienali’nde de (Alemani'nin küratörlüğünde) Brick House heykeliyle (4.9 metre) ana sergide yer almış ve Altın Aslan Ödülü'ne layık görülmüştü.
Bu yılki Venedik Bienali’nde ise hissedilebilecek güçlü fikirlerden biri, yeni bir tarih algısı üzerinden yeni heterojen tarih anlatısının gerekliliği. A.B.D. pavilyonu için seçilen Simone Leigh’in Sovereignty isimli projesi de bu gerekliliği sorguluyor. Aslında sorgulamak çok da doğru bir söz değil, Leigh tarihin kayıp parçalarına ve silinmiş noktalarına hem dahil oluyor hem de bu yeni tarih anlatısında bizlere rehberlik ediyor.
Bu yıl, pavilyondaki Leigh etkisini, dış mekandan başlayarak hissetmeye başlıyorsunuz. Sanatçının Façade ismini verdiği ana bina, 1931 Paris Koloniler Sergisi’nde kurulan Kamerun/Togo Büyük Pavilyonu’na atıfta bulunuyor. Büyük hasır çatısı ile daha yaklaşırken bile yazılı tarihten farklı bir anlatıya adım attığınızı hissettiren bu yapı, Leigh’in etkileyici sergisinin bir parçası. Sanatçı, bu yapı ile ziyaretçilerin zihnine işlenmiş Avrupa odaklı bir tarihsel ve sanatsal anlatıya adanmış mimari sembolizmi alt üst ederek, konukları gezegenimizi kucaklayan bir perspektife yönlendiriyor. Yapının hemen önünde yükselen, Gine kıyılarındaki Baga halkının geleneksel D’mba ritüel maskesinin ilham verdiği heybetli bronz kadın heykeli Satellite (2022) ise konukları adeta hikayenin içine çekiyor.
Leigh’in eserlerinin anıtsal bir etki yarattığı aşikar. Kolektif bellek üzerine yapılmış; estetik, sembolik ve törensel değerler ile antropolojik ve tarihsel katmanlar arasında geçişler arayan ve yaratan hassas bir araştırmanın da bu etkiye katkısı şüphesiz! Bu anıtsallığı, bina içerisinde yer alan ve su içinde çalışan bir çamaşırcıyı betimleyen bronz heykel Last Garment (2022) ile de görmek de mümkün. Eser, Amerikalı seyahat fotoğrafçısı C.H. Graves tarafından 19. yüzyılın sonlarında Jamaika’da çekilen bir fotoğrafa atıfta bulunuyor. Aynı döneme ait benzer görsellerde olduğu gibi bu foto da, Jamaika’yı “tropik cennet” olarak tanıtırken, o dönemde yeni ortaya çıkıp hızla büyüyen Anglofon Karayip turizm endüstrisinin yarattığı klişeleri besler niteliklere sahip. Irkçılığa, sömürgeciliğe, cinsiyetçiliğe ve beyaz üstünlüğüne karşı geliş çabalarının yüzyıllarca gizli kalan hikayeleri, Leigh’in heykellerinde, işlerinde ve referanslarında yeniden anlatılıyor. Biz bu eksik parçalarla yüzleştikçe, bildiğimizi sandığımız tarih yeniden diziliyor; sorulacak yeni sorular, izi sürülecek yeni hikayeler belirmeye başlıyor.
Simone, siyah kadının öznelliği üzerinde çalışırken Afrika’dan ve dünyanın her yerine savrulmuş diasporadan derlediği görsel ve nesnelerin kökenlerini ve bağlamlarını su yüzüne çıkarıyor. Bu sayede öteki olmanın merkeze yaklaştığı ve tarihin arşivlerinde yeni bir düzenin oluşturulduğu farklı bir anlatı inşa etmesi mümkün oluyor. İşlerinde kadın bedeni, yalnızca rolünü yeniden sahiplenmek ile yetinmiyor, aynı zamanda da anıtsal boyutlarda bir ifade gücü kazanıyor. Pavilyonun *rotunda’sına yerleştirilmiş beş metrelik bronz heykel Sentinel (2022), ruhsal bir sembol ile ilişkilendirilen uzun boylu bir kadın figürü. Bu heykel, M.Ö. dönemlere ait Afrika kaynaklı sanat eserleri arasında önemli bir yeri olan türün modern bir temsilcisi. Kölelik ve kolonizasyon üzerinde yükselmiş bir medeniyetin merkezlerinden birinin çekim noktasında, binlerce yıl öncesindeki bir kaynaktan beslenen Sentinel’in, tüm kadınlar adına bu dünyaya baktığını, analiz ettiğini ve kendi rolünü yeniden tanımladığını hissedebiliyoruz. Venedik Bienali kapsamındaki sergi, 27 Kasım’a kadar gezilebilir.
Simone Leigh hakkında:
Yirmi yılı aşkın bir süredir sanatsal pratiğini, çok yönlü olarak heykelden videoya uzanan geniş bir yelpazede New York’ta sürdüren 1967 Chicago doğumlu Simone Leigh’in sanatını tek cümlede ‘siyah feminizm teorilerine dayanan temel bir tutumla, tarihsel bellekteki boşlukları doldurmayı amaçlayan yaratıcı ve inatçı bir mücadele’ olarak özetleyebiliriz. Afrika sanatı ve yerel nesneler, performans ve feminizme ilgi duyan ve çalışmalarını oto-etnografik olarak tanımlayan sanatçının 2012 tarihli pişmiş toprak ve porselen üzerine Hint mürekkebi ve epoksi kullanarak ürettiği “Birmingham” isimli kadın büstü, bu Mayıs ayında Sotheby’s’de yapılan açık artırmada, sanatçı için rekor bir fiyat olan 2.2 milyon dolara satıldı.
*Dairesel veya oval planlı ve bir kubbe ile örtülü yapı ya da oda.