MİRGÜN CABAS

Sevgili oğlum,
Altın kafalım,

Kocaman kırmızı dudakların, maviş gözlerin ve çırpı bacaklarınla karşımda oturuyorsun… Az önce verdiğim bir parça çikolatayı yalayıp yuttun. Karşılığında aldığım öpücükler ise yanıma kâr kaldı. İzlediğin filme dair tek tük sorular sorarak televizyona bakıyorsun.

Doğduğun günden bugüne geçen dört buçuk yılda sana binlerce şey anlattım. Anlattığım şeyler giderek daha karmaşık hale geldi. Cevabını bilmediğim sorularının sayısı arttı, bilmediklerimi geçiştirmek zorlaştı. Konuşmaya başladığın günden bu yana ağzını her açtığında doğru kelimeleri bulmak için o kadar çok uğraşıyorsun ki… Ama seni dinlerken en korktuğum şey, zor sorular sorman değil. Günün birinde o tatlı konuşmanın değişip, söyleyemediğin harflerin düzelmesi. Terevizyon, Reyra, orabirir… Bunların tarihe karışması.

Geçen hafta okuldan birlikte geldiğin Fransız arkadaşınla evde anlaşabilen tek kişi sendin. Türkçe kurduğun ve giderek uzayan cümlelerini hala gülümsemeyle ve hayretle dinlerken bir de Fransızca çıktı başımıza… Biz biriyle zor başa çıkarken, iki dilli bir Civan Mert…

Dün vapurda Büyükada’dan dönerken tablette gömüldüğün çizgi filmden başını bir an kaldırdın ve ufukta İstanbul siluetinin üzerinde batan turuncu güneşi gösterdin bana. Güneşin neden turuncu olduğunu anlattırdın.

Vapura yetişmek için fayton bulamadığımızdan adanın sokaklarında koşar adım yürürken, isyan ettin. Ben de sana angarya gelen bu yürüyüşe bir fayda katmak için “Bilmediğin bir yeri tanımanın en iyi yolu, orada yürüyerek dolaşmaktır” dedim. Önce aklına yatar gibi oldu ama “Bilmediğimiz yere nasıl gideceğiz peki” diye sorup, çelişkimi bulmuş olmanın muzipliğiyle güldün.

Az önce gözlerini kısıp yüzüme baktın. Dilinin ucuna kadar gelen bir şeyi söyleyecek gibiydin. Sonra vazgeçtin. Sanırım söylediklerini tartmayı öğrendiğin anlardan birine tanıklık ettim. Doğrusu iyi olur. Ailemize böyle biri de lazım çünkü…

Bu akşam evde seninle baş başa kalacağız. Birazdan sana yemek beğendirmek için uğraşacağım. Sonra televizyonu kapatmak için pazarlık edeceğiz. Bir uzun ya da iki kısa film izlemen konusunda anlaşmaya varacağız ama sen son dakikada aşırı soğukkanlılıkla anlaşmamıza uymayacaksın. Yatağa girerken hışırı çıkmış uyku arkadaşın, bez kediyi kolunun altına sıkıştıracaksın. Haylaz Pinokyo’nın maceralarından yeni bir bölüm okuyacağım sana. Anlamayacağını düşündüğüm kelimeleri basitleştireceğim ama sen anlamadıklarına da fazla takılmadan hikâyenin genelinden doğru sonuçları çıkaracaksın zaten. Odadaki gece lambasına, kapının aralığına, koridorun ışığına ince ayar yapacağız. Sonra sudan bahanelerle on defa yataktan kalkacaksın. Her defasında seni yatağa geri koyup tehditlerimin tonunu biraz daha yükselteceğim. Senin umurunda olmayacak. Bakışların boşlukta sabitlenmeye başladığında sana sarılıp öpüp yanından ayrılacağım.

Sonra sabah ne yaparsam yapayım benden erken uyanacaksın. Başıma dikilip uyanıp uyanmadığımı kontrol edeceksin. O arada beni uyandıracaksın, ben seni yatağa çekip boğuşacağım ve yeni bir gün başlayacak.

Sonra sen küçük bembeyaz dişlerinle bir şeye gülerken ben sana bakacağım, seni ne kadar çok sevdiğimi, kocaman bir adam olduğunda bugünü hatırlayıp hatırlamayacağımı düşüneceğim. Sonra oturup ikimize bugünü anlatacak bir mektup yazacağım…

Mirgün Cabas